Bin yıllık Türk Şiiri ve sorumsuz şairlerimiz

Abone Ol

Çorak kültür hayatında Sarmaşık Kültür derisinin nihayet yedinci sayısı da yayınlandı.

Kasım-Aralık aylarına ait iki sayısı birleştirilerek 100 sayfa olarak yayınlanan dergide, pek çok konunun ele alındığını görüyoruz. Bu sayısında "Türk şiiri var mı " sorusunun dosya konusu yapıldığı derginin şiirden, hikâye, roman, resim ve sinemaya kadar çok geniş bir projeksiyonu olduğunu görüyoruz. Pek çok kültür çevresinden şaire sorulan soru çevresinde gelen cevaplarla şiirimizin irdelendiğini görüyoruz. 13 şair ve kültür adamının cevabına yer veren derginin sunuş yazısı, genel yayın yönetmeni Abdurrahman Şen dostumuza ait.

Çeşitli görüşler arasında, M. Halistin Kukul un "Türk şiiri muhteşemdir" adlı yazısı ile Özcan Ünlü nün, "Şairlik gerçi mu teberdir  / Şi ri tanımak da bir hünerdir" beytinden hareketle "Şairlik -hâlâ- mu teberdir Ziya Paşa!" diye başlayan görüşleri ve Mortaka adlı şiir dergisinin editörü Yaşar Bedri nin "Kadim şair yolculuğunda nazireler, metinler arası ilişkiler" başlıklı etraflı geliştirilen tesbitleri, dosyada ilk bakışta dikkati çeken metinler.

Bu dosyada benim de  "Elbette bin yıllık bir Türk şiiri var, ama şairimiz yok!" başlıklı bir yazım var. Bin yıllık edebi geleneğimiz içinde şiirin tuttuğu yere dikkati çektikten sonra, daha çok günümüz şiiri ve şair tavrı üzerinde duran bu metinden bazı bölümleri sizinle paylaşmak istiyorum:

Şairimizin ironik durumu

Nâmık Kemal, şiirleriyle Meşrutiyet düşüncesini herkesten fazla yaymış, bizde "Şairleri haykırmayan bir millet sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibi" sayılmıştır. Bu yüzden de bazı şairler veya şairane mizaçlarını romantik söylemle ifade eden insanlar bu topluma çok zarar vermişlerdir. Fikret ve Nâzım gibi kimi şairlerimiz yetersiz bilgilerle fikir sahibi olarak ortaya çıkmış, sloganlaşan söylemleriyle Pozitivizme ve Komünizme çok hizmet etmişlerdir. Fakat ne mutlu bir gelişme ki, onların verdikleri zararları bu toplumdan uzaklaştıran ve bu milletin tarihi ve kültürel mirasını yeniden gündeme getiren yine iki büyük Türk şairi olmuştur: Mehmet Âkif ve Necip Fazıl Yahya Kemal ise tam bir Osmanlı rüyası görür

Sonraki yıllarda bu hayır ve şer kutuplarının temsilcileri yine iki ayrı koldan çağdaş bir şiir dili ile kendi dünya görüşlerini ifadeden geri kalmamışlardır: Attilâ İlhan, Nâzım gibi "Romantik Komünist" söylemini dile getirirken, Sezai Karakoç "İslâm ın dirilişi" düşüncesini şiirsel imajlarla ve bir medeniyet perspektifiyle ortaya koymaya çalışır. Bu iki kol hep vardır.

İnsan bu noktada Necip Fazıl ın Sakarya Türküsü ndeki bir mısraını anmadan edemiyor: "Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir!"

Bu çift oluk dışında da sular akar, ama pek çoğunun temiz mi, pis mi olduğunu çoğu kişi bilemez. Mesela Garip Şiiri böyledir Bir yanda popülizmden Pozitivizme kayan Orhan Veli, öte yanda Mistisizmi şiirinin odağına yerleştiren Asaf Hâlet Çelebi Bu iki şairi aynı telâkki içinde benimsemeye çalışan, sonra da İkinci Yeni gibi iç içe girmiş imajlarla kişilik ve kimlik krizi yaşayan, çapraşık ifadelerle şiir dilimizi iğfal eden şairlere hak etmediği itibarı gösteren bir şiir ortamında Türk şiirinin varlığı elbette tartışmalıdır. Çünkü bin yıllık edebiyat geleneğimizle ilişkisi olmayan böyle bir şiirin yaşaması ve bu toplumu ifade etmesi mümkün değildir. Bu şiirin kültür zemininde Egzistansiyalizmin "saçma" kavramı da önemli bir yer tutar ve o yüzden bizden çok batılı yaşama tarzına bağlı bir poetik anlayışı temsil eder. 

Kültür değerlerinden, metafizik çağrışımlardan ve kendi dünyasından kopmuş bir şiirin yaşaması imkânsız. Toplumla ilişkisi kalmayan bir şiir dili de zaten başlı başına saçmadır.

Attilâ İlhan, "Romantik Komünist" söylem gibi halk ve divan şiirinin sesini, Batı kültür değerlerine tercih etmeyi de Nâzım dan öğrenerek bir dünya görüşü propagandasına girişir; düşüncelerini savunurken de hep yerli ve "ulusal" kalmanın derdine düşer. O yüzden sevilir Fakat metafiziğe ve dine kapalı dünyasının küçüklüğünü büyük şehirlere özgü trajik sıkıntıları ve hüzünleriyle saklamaya çalışarak gözden kaçırmaya çalışması, onun büyük şairliğini önler.

Bugün Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi yerli ve İslâm ın evrensel özünü yeni bir şiir diliyle ifadeye çalışan bir şiir hareketinin, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi saf şiiri benimseyenleri de içine alan Mutlakçı karakteri kaybolmuştur. Bunun değerlerini yakalamaya çalışmadan şiir dili geliştirenler, şiire ve hayata yanlış anlamlar yükleyerek yalnız bu ülkenin kültür değerleriyle geleneklerinden değil, tutarlı bir şair olmanın sorumluluklarından da kaçıyorlar. Böylece, bu millete ait şiir yatağını terk ederek hem kendilerine hem de şiire yazık ediyorlar. Şiir meraklısı kültür adamları da bu tuhaf şairlerin girdiği çıkmaza şaşıp duruyorlar.

Bir şairin kendini ifade etmek meselesi yanında bir de bir dünya görüşüne inanan insanın sesi olmak gibi birbiriyle çelişir gibi görünen ikili konumu olduğunu ifade etmek gerekir. Burada modaların, egemen kültür ve sanat çevrelerinin baskın söylem ve üslûpları bu ikili konumu büsbütün çelişkili durumlara sokabilir. O yüzden, hiçbir sanatçının başkasını veya kendini tekrar etmesi savunulamaz; geçmişi inkârı da kendini itibarlı bir yere getirmez. Gelenek her zaman yenilenecek, kendisiyle hesaplaşılacak bir değerdir, milli kültür mirasıdır. 

Şiir geleneğimizin ruhu

Yunus Emre nin bir şiiriyle açılan Sarmaşık Kültür ün sayfalarında çok şey var.

"Adımız miskindir bizim düşmanımız kindir bizim

Biz kimseye kin tutmayız kamu âlem yârdır bize"

Şiirler yanında pek çok konuşmaya, habere ve tanıtma yazısına yer veren dergiyi kültür, sanat ve edebiyatla ilgili okuyucularıma hararetle tavsiye ediyorum. Bu arada, söz konusu yazıda geleneğimizin ruhuna ilişkin temel meseleye son bölümüyle dikkati çekmek istiyorum:

Gelenekten yararlanmak, onun ruhuna ve temel değerlerine inanmadan yapılabilecek bir gösteriye dönüşürse, post-modern şovlardan ibaret kalır. Bu anlamda, eski Türk şiirinin dilini ve yerli atmosferini yeni numaralar için kullanmaya kalkanlarla türküleri ve şarkıları çalıp kendilerine mal edenler arasında pek bir fark yok. İkisi de bir dönem ilgi gören hırsızlıklar yapmış oluyorlar. Şiir dilimizi bozarak kendilerine yeni bir dil kurmaya çalışanlar zavallı, gelenekten habersiz bir şiir dili kurulacağını sanan da hepten câhil Bunlardan kurtulmalıyız.

İkinci Yeni Sonrası şairlerinden bazıları bir türlü bu şiirin etkisinden kurtulamadı maalesef. Halbuki hem kendi sesini, hem de kimliğini bulmadan şiir söyleyene şair denmez...

21. yüzyılın Türk ve dünya şiiri âhir zamanda yaşadığımız için bir âhir zaman şiiridir

Sözün kısası, milli olanın şiiri de, müziği de millidir. Resmi ve mimarisi de öyle. İyi şair aslında "ben" derken "biz" de demiş olur; kendisini ifade ederken milletini de ifade eder.

"Böyle şair yok!" mu diyorsunuz Böyle diyenlerinize büsbütün haksızsınız diyemem, ama sayıca az olmakla beraber yine de böyle şairlerin bu ülkede yaşadığını söyleyebilirim!..

Evet, bin yıllık bir Türk şiir geleneği var, bunun çeşitli kanallardan veya oluklardan akan türlü örnekleri var. Şair neye tâlipse benzeriyle bir arada oluyor; çünkü o şiiri seviyor