SON yıllarda gerek faaliyetleriyle gerekse reklamlarıyla
çevreci pek çok kuruluş gündeme gelmekte. Korunmaya çalışılan orman
mıntıkaları, sit alanları, yapılan milli ve ekolojik parklar. Özellikle
Greenpeace üyelerinin kendilerini bir yerlere zincirlemeleri gözümüzün önünden
gitmiyor. Beynimize kazındılar adeta. Onların bu davranışlarına bazen
tereddütle bazen de övgüyle yaklaşabiliyoruz. Yabancı bir kuruluş olan
Greenpeace, bu kadar etkilemiş ki bizleri, her yaştan insana sorsanız
söyleyiverirler isimlerini ve faaliyetlerini. Oysa bunlardan önce çevreci olan
pek çok sultanımız, devlet büyüğümüz, âlimlerimiz var bizim. Bunları bilmemekte
tanımamaktayız. Dinimizi de Kur an da yüce Allah (c.c.) neler buyurmuştur bu
konuyla ilgili, belki de hiç duymadık. Hele dinimizin peygamberi Hz. Muhammed
(s.a.v.) in çevreci yönünü hiç bilmeyiz. O yüzden de olumlu faydalı olan her
yeniliği, her hareketi, her yapılanmayı Avrupalılar ın yaptığını düşünür ve
öyle kabul ederiz. Bu bizim köklerimizi bilmediğimizden ileri gelir. Tabii bu
gibi güzel şeylerin de araştırılıp, bizlere anlatılmadığından. Artık bu yazıyla
bir şeyin daha ilk önce bizlerde yani Müslümanlarda uygulandığını öğrenmiş
olacağız. Bu ve bunun gibi yazılarımızla kurumaması için köklerimizi sulamaya, çalışacağız ki meyvelerini sizler, bizler,
bizden sonraki nesiller devşirsin, inşaallah.
Hz. Muhammed (s.a.v.) de sıkı bir çevreciydi. İslâm dininin bir elçisi olarak yüce Allah ın
emir ve yasaklarını tebliğ ederken, İslâm dininin çevreye verdiği öneme de
duyarlı olmuştur. Günümüzde ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri
bakımından korunması gerekli yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan
alanlar Doğal Sit Alanı olarak nitelendirilmektedir. Dinimizde ise böyle
yerler Haram bölge , Harem veya Himâ kelimeleriyle adlandırılmaktadır.
Himâ nın sözlük anlamı halktan korunan, halkın girmesine ve hayvanlarını
otlatmasına izin verilmeyen, yeşillik ve otlu arazi, koru, koruluk demektir.
Istılah olarak da devlete ait bulunan ve devlete ait hayvanların otlatılması
için ayrılan, bu yüzden de halka ait hayvanların otlatılmasının yasaklandığı
yeşillikli, bol otlu arazidir himâ. Haram bölge ilan edilen mıntıkalarda,
hayvan otlatılması, ağaç kesilmesi, ot biçilmesi, av hayvanları varsa
avlanılması yasaktır. Böylece korunmaya alınmış bu mıntıkalara haram bölge denir. Bu tip yerler bugün milli
parklar, ekolojik parklar, yeşil alan, sit alanı gibi ıstılahlarla tanımlanır.
İslâmiyet ten önce Arapların ileri gelenlerinden birisi, nüfuzu altındaki
toprakların içinde bir tarafa gidince, konakladığı yerde bir köpek havlatırdı.
Böylece köpek sesinin duyulduğu bölge onun korusu olur, artık bu bölgeye o
kişinin izin verdiği kişiler hariç, başkaları giremez, hayvanlarını da
otlatamazdı. Hatta bu sebeple aralarında
savaşlar bile çıkmıştı. Böylece koruluk arazi, otluk, çimenlik araziler gün
geçtikçe yok oluyor, insanlar çevreyi tahrip ediyorlardı. Bu durum Medine de de
böyleydi. Peygamberimiz (s.a.v.),
Medine ye gittiğinde Medine nin Kur an da anlatıldığı gibi yeşil alanlarının
olmadığını, güzelliklerini kaybettiğini görür. Şehir adeta tahrip edilmiş, av
hayvanları yok olmaya yüz tutmuş, otlaklar kurumuştu. Bu durumu gören
Peygamberimiz çok üzüldü. Hayber seferinden dönerken, Medine ye
yaklaştıklarında, ashabına şehri göstererek: Ya Rabbi! Doğrusu İbrahim (a.s.)
Mekke yi dokunulmaz kılmış ve bereketli olması için orada yaşayanlara dua
etmiştir. Hz. İbrahim nasıl Mekke yi haram kıldıysa ben de ben de Medine yi
haram kıldım (koruma altına aldım). Onun sâ ile müddü (ikisi de hacim ölçeği
birimi) hakkında ise İbrahim in Mekkeliler için yaptığı duanın iki katı dua
ettim. Ben Medine nin iki taşlığı arasındaki ağaçların kesilmesini ve avının
öldürülmesini yasakladım, dokunulmaz kıldım. Otu yolunmaz, ağaçların yaprağı
koparılmaz. Ancak zaruret miktarı yedirilmek üzere deve sırtında götürülen
yapraklar müstesna. buyurdu. Ağaçların yaprağı bile alınmaz diyerek o
ağaçların yaprakları dökülürken hırpalanmasına bile müsaade etmemiştir. Ve
Medine deki bu bölgeyi koruma altına aldı. Daha sonra da Medineliler e bu
bölgeden göç etmemeleri. Burada şartlar ne olursa olsun oturup, burayı imar
edip, bakmaları hususunda tavsiye niteliğinde şöyle konuştu: Medineliler
bilseler ki Medine onlar için daha hayırlıdır. Bir kimse ondan yüz çevirerek
ayrılıp giderse Allah o kimsenin yerine oraya ondan daha hayırlısını getirir.
Eğer bir kimse Medine nin çile ve zorluğuna katlanırsa kıyamet gününde ben ona
şefaatçi ve hayır amellerine şahit olurum Koruma altına aldığı bu bölge bir
rivayete göre; genişliği 20 km lik bir alandır. Bir rivayete göre de Medine ye
20 fersah mesafede, genişliği 1 mil, uzunluğu 8 mil çeken bir bölgedir. Bir başka rivayete göre de Hz. Muhammed
(s.a.v.), Medine nin etrafını güneyde Âir, kuzeyde Küçük Sevr ve doğuda Vâkım
ile batıda Vebere harreleri arasında kalan yaklaşık 22 km. yarıçapındaki
daireden ibaret olan bir mıntıkayı yasak alan kılmıştır. Bu sınırlar işaret
konularak belirlenmiştir. O bölgedeki yasakladığı hayvan otlatma, avlanma, ağaç
kesme gibi faaliyetleri de resmi bir yazıya dökerek, ferman niteliğinde
kanunlaştırmıştır. Tarihte bilinen ilk
çevre kanunudur bu. Hz. Muhammed (s.a.v.) in o kanun hükmünde olan ve yazılı
ferman haline getirttiği o kararnamede şunlar yazmaktadır:
Medine Ayr Dağı ile Sevr Dağı arasında kalan hudut
içerisinde haramdır. Orada kim bir yasak iş işlerse veya işleyeni himaye
ederse; Allah, melekler ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah
onun ne farz, ne nafile hiçbir hayrını kabul etmesin. Müslümanların zımmî
(Himaye ve koruması, garantisi) birdir.
Bu yerin otu yolunmaz, av hayvanı ürkütülmez, yitik malı, onu ilan edecek olan
alabilir. Hiç kimseye kıtal (öldürmek, av) maksadıyla orada silah taşımak caiz olmaz. Oradan ağaç kesilmez. Kişi
devesini otlatabilir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) in kendi çağında ve doğal
şartların tüm olumsuzluklarına rağmen böylesi önemli bir girişimde bulunması
modern çevrecilik açısından her türlü takdirin ötesindedir. Daha sonraları
korunduğu için bu alan el-Gabe (orman) olarak anılacaktır. Bu günkü Medine ye
baktığımızda bu ormanın yerinde oteller, binalar yükselmekte. Mekke ise daha da
içler acısı durumda. Osmanlılar zamanında Kâbe den yüksek bina hatta sütunlar,
revaklar yapılmazken şimdi devasa oteller Kâbe mize tepeden bakmaktalar. Tarihi
Ecyad kalesi yıkılmış, Peygamber (s.a.v.) zamanında çıkılan dağlar, tepeler
tıraşlanıp, kesilmiş, yeşil alan kalmamıştır. Tabiatın şekli insan eliyle bir
kez daha değiştirilmiştir. Böyle bir Peygamber in, böyle bir dinin hassasiyetle
durduğu çevre ve doğal hayatı koruma hassasiyeti, o törpülenen dağlarla beraber
törpülenmiştir kalplerinde.