Tramvay, Sultanahmet kıvrımını aldığı sırada; yanımda oturan kadının başını camdan çevirip, mırıldandığını duyuyorum:
-Hıh, bir kere kısmet olmadı Topkapı’ yı, Ayasofya’yı, Sultan Ahmed’ i görmek.
Niçin, göremediniz dediğim de orta yaşlı kadın, Beylikdüzü’nde oturduğunu, İstanbul’a çarşıya geldiğini ancak eve yetiştiğini anlattı. Peki, bunun bir eksiklik olduğunu düşünmüyor musunuz, çarşıya ayırdığınız zamanın bir kısmı ile çoktan görebilirdiniz diyorum. Cevap yok. Kadına biraz da suçlu muamelesi yapıp bir daha konuşmuyorum.
İnsan hayatında İstanbul’u, İstanbul yapan değerleri nasıl görmez aklım almıyor. Hem tarihi eserleri bir kez görmek yeter mi, her gördüğünüzde yaşınız da eşlik edip size daha önce görmediğiniz detayları sunacaktır. Yirmili yaşlardaki bir gencin göremediğini, yetmişli yaşlardaki bir kişinin oturmuş bakışları, daha incelikli çizgileri bulup ortaya çıkaracaktır.
Beylikdüzü’lü kadına olan asap bozukluğu ile ertesi gün kendimi Bab-ı Hümayun önünde buluyorum. Ayasofya ve 3. Ahmet çeşmesinin birbirini süzmesini bir kez daha izleyerek, Sultan kapısını geçiyorum. Her an bevvabların sizi durduracağı düşüncesi ile ilerliyorsunuz. Sarayın Birun denilen kısmında, dış hizmet binaları; hastane, darphane, fırın, odunluklar, silahlıklar.
Topkapı sarayının azameti ile yarışan solunuzdaki kiliseyi görmezden gelemezsiniz. Doğu Roma’nın ilk kilisesi Aya İrini. Putperest Roma, 313 yılında büyük mücadeleler sonunda Hıristiyanlığı kabul eder. İmparator Konstantin yeni inancı gereği, 330’larda şehri yeniden kurarken Aya İrini kilisesini yaptırdı. Azize İrene’nin hüzünlü bir hikâyesi vardır, Hıristiyanlığa gönül vermiştir bu dini yaymaya uğraşır ancak putperestleri çok kızdırır. Onu yılanlarla dolu bir kuyuya atarlar, yılanlar ısırmaz, taşlanır, etkilenmez, atlara bağlanıp sürüklenir, ölmez. İşkenceci putperestler sonunda Hıristiyan olur, İrene’in azize olduğuna hükmederler. Konstantin de yaptırdığı ilk kiliseye onun adını verir. Fatih, Topkapı sarayını inşa ederken, bu kiliseyi hürmetle korur ve camiye çevirmez, azizenin tek tanrılı din için ölümüne verdiği mücadeleye hep saygılı kalır.
Bab üs Selamdan geçince kendinizi ikinci avluda bulmaktasınız ki bu avluda, Matbah-ı Amire’yi yani saray mutfağını görmemeniz mümkün değildir. Her gün dört beş bin kişinin yemeğinin piştiği zarif bacalı, ulufe töreni varsa on onbeş bin kişilik yeniçeriye yemek verilirdi. Yine yeniçeriye Ramazan’da baklava çıkardı. Mutfağın asıl kısmı “helvahane” idi, bütün tatlıların merkezi idi. Has ahırları da geçip avlunun ana kısmı Haremi görmektesiniz. Enderun’un kadınlar kısmı diyebileceğimiz harem, kadınlara kaliteli bir eğitimin verildiği üst düzey bir adab ve görgü merkezi idi. Sarayın en önemli kısmı Divan-ı Hümayun. Devletin merkezi idi, divanda devlet adamları toplanır ülke meseleleri müzakere edilirdi, divana veziriazam başkanlık eder, padişah bir kafes gerisinden divan toplantılarını izlerdi.
Babüssaade kapısını da geçince üçüncü avluya varılır. En özel yer burasıdır, cülus törenleri burada olurdu. Bu kapı ile Arz Odası’na ulaşırsınız ki, başbakan hükmündeki veziriazam, divanla ilgili gündemi padişaha burada arz ederdi.
3. Ahmet Kütüphanesi, Enderun Mektebi, Has Ağa koğuşları, Hazine buradadır. Hazinede imparatorluğun mücevherleri sergilenir. Altın ve zümrüt tezyinli tahtlar, hançerler, ziynet eşyaları ile sarayın masal bölümüdür.
Hırka-i Saadet Dairesi, özellikle Ramazan ayında ziyaretçi akınına uğrayan bu oda, hazinelerden daha kıymetli bulan halk tarafından büyük bir alaka ile gezilmektedir. Peygamberimizin hırkası, kılıcı, kabzası, ayak izi, sakal-ı şerifi ile ruhaniyetin en yüksek olduğu yerdir.
Revan, Bağdat, Mecidiye, İftariye köşklerini de temaşa edip belki daha yüzlerce detaya vakit bulamadan ayrılırsınız.
Beylikdüzü’lü kadın veya henüz buraları gezmeyenler varsa boşuna İstanbul’da yaşıyorum demesinler.