Son yıllarda ülkemizde iyice artan betonlaşma felaketi, kültürün, terakkinin ve ekonomik kalkınmışlığın bir parçası gibi gösterilmeye çalışılsa da, beton yığınlarına “kültür” değil ancak “kült” denilebilir. Bu berbat betonlaşmayı kutsayan, terakkinin bir gereği gören anlayışın, betonu kutsayan bu çarpık zihniyetin behemehâl terk edilmesi gerekir.
“Züccâciye dükkânına girmiş fil” gibi tarım arazilerini, su havzalarını ve ormanları tarumar eden; büyük bir iştahla beton yığınları inşa eden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Allah-u Teâlâ’nın yarattığı arzın güzelliklerini çirkinleştirmek için yarışan bu oburların açlığını, mal biriktirme hırsını ve beton aşkını durduracak bir merci de yok. Tarım arazilerini ve su havzalarını koruması gereken yetkililer, bu alanları imara açıyorsa; ormanların bir kısmını “orman vasfını yitirdiği” gerekçesiyle betonlaşmaya müsait hale getiriyorsa, beton açlığını kim tedavi edebilir ki…
Bir ülke düşünün, yüzyıllardır yerleşik hayat tecrübesi var ancak gelinen noktada berbat bir betonlaşma felaketi yaşamakta. Bu felaketin, yerleşik kültür yoksunluğuyla yahut mimaride, sanatta ve estetikte geri kalmışlıkla izahı mümkün değildir. Kadim medeniyetimizin eşsiz ve estetik mimarisi ortadayken, bugün berbat beton kalıpları yaşam merkezi haline gelmişse bunun gerçek suçlusu erki elinde bulunduranlardır.
Meselenin başka bir boyutu da “beton kültü”nün geri kalmışlık sendromu olduğudur ve sanayileşmesini tamamlayamamış, teknolojiyi yakalayamamış, kalkınmadaki geri kalmışlığı; modernleşme sürecini tamamladığına inandığı ülkeleri gelişigüzel taklit ederek kapatmaya çalışan bir anlayışın çırpınışı, hatta bunu ideolojiye çevirerek, terakkinin ve ekonomik kalkınmışlığın bir gereği gibi sunma telaşı olarak da niteleyebiliriz.
İslâmî mimari
İslâmî mimaride “hüsn” yani güzellik arayışı hâkimdir. Yine “hayr” yani yararlılık amaçlanır. Estetik kaygı taşıyan ve insanların faydasını önceleyen İslâmî mimarinin yerine hüsn yani estetik ve güzellik kaygısı taşımayan, Ziggurat kulesini aşan gökdelenleri dip dibe inşa eden; kullanışlılık ve yararlılık kaygısından uzak, hem kendisini hem de komşusunu mutsuz eden; güneş görmeyen, rüzgâr almayan; komşusunun güneşini ve rüzgârını kesen bu gökdelen sevdası boşuna değil elbette.
Su medeniyeti
Çevrenin güzelleşmesi, temizlenebilmesi; insanın ve bütün canlıların yaşaması suya bağlıdır. Su hayattır, medeniyettir. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah, her canlıyı sudan yarattı” (Nûr Sûresi, 45; Enbiya Sûresi, 30) buyurulmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamber Efendimizin (S.A.V.) mübarek sözlerinde suya atıfta bulunulur. Bundan dolayı, ibadete başlamadan önce suyla abdest almak ve gusül almak emredilir. Suyun temiz ve temizleyici yönü vurgulanır. Ve suyu israf etmek hoş karşılanmaz, men edilir.
Su, sadece insanın değil bütün canlıların hayatiyetini devam ettirmesi için en önemli kaynaktır. Hayatın devamı, biyolojik çeşitliliğin ayakta kalması suya bağlıdır.
Su, Dünya yüzeyinin %71’ini oluşturur. Su yoksa hayatta yoktur. Su, vücudumuzun sıcaklığını dengeler, hücreleri canlı tutarak metabolizmayı hızlandırır. Bundan dolayı uzmanlar, bir kişinin su olmadan üç gün yaşayabileceğini söylemektedir.
Suyu aşan girdap betonlaşma
Yıllardır kontrolsüz bir şekilde büyüyen, müteahhitlerin ve emlakçıların zenginleşme aracı haline getirilen betonlaşma felaketi, son on yılda Suriye başta olmak üzere dünyanın 183 ülkesinden gelen yabancı göç dalgası ile yabancılara toprak ve mülk satışıyla devasa boyutta rant kapısı haline gelmiştir.
Yabancı göç dalgasıyla nüfusun ciddi şekilde artması, sadece demografik yapıyı değiştirmekle kalmamakta buna bağlı olarak yapılaşmayı da artırmaktadır. Yabancı göçüyle oluşan konut açığı, tarım arazileri, su havzaları ve yer yer orman alanlarının da talan edilmesiyle ranta dönüştürülmekte, buralarda devasa gökdelenler yükseltilmektedir.
Bazıları, devasa beton binaları, gökdelenleri kültürün, medeniyetin ve ekonomik kalkınmışlığın geldiği yüksek seviye zannetmekte, bizse yükselen beton bloklarını, su medeniyetine vurulan darbe olarak görmekteyiz.
Hayatımız ve ülkemiz için bu denli önemli olan su kaynaklarımızı korumak için bütün gücümüzle çalışmamız gerekirken, kaynaklarımızı hoyratça harcamakta, su havzalarımızı betonlaşmayla heba etmekteyiz.
Netice-i kelâm:
Türkiye “yüksek derecede su sıkıntısı çeken ülkeler” arasındadır. Ülkemiz, bu şekilde dış göç almaya, bu şekilde kontrolsüz betonlaşmaya devam eder; konut açığı müteahhitlerin ve emlakçıların para kazanma aracı, siyasetçilerin rant kapısı olmayı sürdürürse, Allah-u Teâlâ muhafaza etsin, yakın gelecekte su sorunuyla baş başa kalacaktır.
Hiçbir gerekçe, tarım arazilerini ve su havzalarını betonlaşmaya kurban etmeyi meşrulaştıramaz. Su medeniyetinden yoksun bir beldenin değeri kaybolur, viraneye döner. Su sorunu yaşanmaya başladıktan sonra, milyonluk evlerin, milyon dolarlık villaların sadece birer beton yığını olduğu görülecektir ancak vakit geçmiş olacak.