PİS VAMPİR! ÇEK KANLI DİŞLERİNİ ŞANLI TARİHİMDEN!!!
Sinema eleştirmeni değilim. Fakat iyi ve sıkı bir film izleyicisi olduğumu söylesem sanırım abartmış olmam. Ve benimde bir fikrim var. Aslında aklımın almakta zorlandığı bazı durumlar var. Sistematik olarak sürekli devam eden “sanatsal” bir taarruz var. Kültürümüze, kimliğimize ve insanlığımıza saldırılıyor. “Emeğe saygı” felsefesinden yola çıkarak değerlendirmeler okuyorum. Ya da yapılan işle alakalı tarihçelerden türlerden arasına yabancı kelimeler sıkıştırılmış süslü anlatımlar dolanıyor. Beyler! Kabul etseniz de etmeseniz de şanlı bir geçmişi olan nadir bir milletiz. Geçen hafta vizyona giren bir filme göre İstanbul hiçbir zaman fethedilemedi. 1442 yılında Fatih, bir vampir tarafından öldürüldü! Filmin türüne fantastik demem için bu sahne bile yeterli aslında.
Kazıklı Voyvoda’nın torunları intikam peşinde!
Dracula, III. Vlad ya da Kazıklı Voyvoda. Tarihte sadece vahşetle ve kazıklarla anılan bir karakter allanıp pullanıp karşımıza zorla Osmanlı ordusuna alınmış, işkenceler altında orduda hizmet ettikten sonra memleketine giderek halkının başına geçen bir aile babası! olarak resmediliyor. Kazığa oturttuğu insanların kanından akan dereler tarih kitaplarında hala kırmızıyken bu cesareti nereden buldular merak ediyorum. Peki karşısında kim var Cennet mekan Fatih Sultan Mehmed Han. Çağ açıp çağ kapayan, 6 yaşında hafızlığını tamamlayan, 21 yaşında tüm hazırlıklarını bizzat yaptığı deha bir mühendis, komutan ve bir hadisin muhatabı olabilme arzusuyla yanan inançlı bir adam. Fetihten sonra Bizanslılara bile “Kardinal külahı” yerine “Osmanlı sarığı” görmeyi tercih ettirecek kadar adaletli, mahkemeye çağrıldığında kadı karşısında verilecek hükme ram olacak kadar vakur bir padişah! Fakat batı fantezi dünyasında –nasıl korkmuşlarsa artık- merhametsiz, tek derdi toprağına toprak, servetine servet katmak için yollara düşmüş bir adam olarak gösterilmiş. Uyanıklar birde çocuk koymuşlar araya. Dramanın gözüne vurmak için kullanmışlar bir de. Ama yemez. Niye mi Çünkü ne yaparlarsa yapsınlar benim şanlı ve adaleti esas almış tarihim onların mitini döver de onun için.
Bu filmin ülkemizde neden gösterime girdiğini, neden tepkisiz olduğumuzu bir kenara bırakıyorum. Sinirlerimizin alındığının farkındayım. Üstelik yolunu biz açtık biraz da. Muhteşem Süleyman’ım adına muhteşem rezaletler çıkarıldı ülkemde. Bir tane fetih filmimiz olacaktı. Onu da lakaytlığımıza uyduruverdik. Fatih’i baba sevgisi görmemiş, sinirli bir adam, 6 yaşından beri yanından ayrılmayan, vatikan kaynaklarında bile köse olduğu yazılmış olan Akşemsettin nefes nefese ormanda sislerin içinden çıkan ak sakallı dede gibi gösterilen bir rezalet çıktı karşımıza. Orduda dergah tornasından geçmiş tek asker olarak anılan Ulubatlı meğer kızın gözüne girmek için çıkmış burçlara. Yapmayın abiler! Dolduracağınıza içini boşatmayın. Elimizde ki serveti böylesine ucuza harcamayın. Siz bunu yaparsanız elin oğlu 1442 yılından bir anmış gibi bambaşka şekilde çarpıverir tarihinizi yüzünüze. Tarih özel seçilmiş sanırım. Bir anlamda izafiyet teorisi çerçevesinde zaman makinasını bulmaya uğraşan geri zekalı zihniyetin olmayan beynini de biraz okuma imkanı veriyor bu durum. Çünkü bahsi geçen film onlar için böyle bir özlemi anlatıyor sanki. Yeni bir çağın açılmasından önceki bir zamana oturtuyor hikayesini. Tuhaf bir dialog geçiyor aralarında.
Mehmed: Gücün gittikçe azalıyor. Bana ne yapabilirsin ki
Dracula: Seni tarih kitaplarından silecek kadar gücüm var!
Bu dialog batının bize nasıl baktığını ve nasıl bir aşağılık kompleksi içinde bu işleri yaptığını göstermeye yeter aslında. Gavurdan dost olmaz diyen boşuna söylememiş. Daha önce de dillendirdiğimi anımsıyorum. Biz kendi hikayelerimizi anlatmaya başlamazsak başkalarının hikayelerini dinlemeye mecbur kalırız.
Kültür Bakanlığı ne iş yapar Restorasyan tamam. Başka
Kültür Bakanlığı ne işe yarıyor bu ülkede Bu ülkenin kültürü ve geleneğini temsil etmek değil mi görevi Her yıl yurt dışında güya ülke tanıtımı için tonla para harcandığını biliyoruz. Ne işe yaradığı belli olmaya başladı. Biz onlara kültürümüzü anlatmıyoruz. Onların dili ve kültürüne angaje oluyor usul usul. Farketmemiz zorlaşıyor. Kültür bakanlığımız o tonla parayı kendi tarihini kendi tarih kurumunun onayladığı hikayelerle uluslararası kamuoyunda istifadeye sunsa…neyse bu cümlenin sonuna yaklaştıkça fazla fantastik olmaya başladı.
Bu saldırılar devam edecek. Bitecek diye beklemek çok polyanna’ca olur. Ama tarihimiz maalesef sahipsiz. 300 Spartalı filminin ardından İran tarafından yükseltilen sese kulak verelim. Belki “filmdir yahu” deyip geçmekten başka yapabileceğimiz şeylerde vardır.
“İranın, ABDde gösterime girdiği ilk haftada 70 milyon dolar hasılat yaparak gişe rekoru kıran Hollywood yapımı "300" filmine tepkisi artarak sürüyor. Tarih ve kültürüne hakaret edildiğini öne sürerek filme sert tepki gösteren İran yönetimi, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütüne (UNESCO) başvurdu.
Savaş zihinlerde başlar
İranın UNESCO Temsilcisi Muhammed Rıza Dehşiri, kuruma gönderdiği yazıda, filmin "İran kültürüne hakaret için kasten yapıldığını" savundu ve UNESCOdan yapımcı şirkete tepki göstermesini hatta filmi kınamasını istedi. Yazısında, "Savaş zihinlerde başlar ve barış siperleri de zihinlerde kurulur" ifadesine yer veren Dehşiri, "Savaş ve şiddetin yerini barışın alması için UNESCOnun sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini" savundu. İranlı temsilci, bu gibi hakaretamiz filmlerin yapılmaması için önlem alınmasını talep etti.”
Bir an önce kültürümüz ve tarihimizle alakalı bir sinema dili oluşturmamız gerekiyor. Aksi takdirde hazır biz “kış uykusu”na yatmışken batı mitleriyle filmlerini tarihe, tarihimizi de romana çevirecek.
Aman dikkat!