'Beni köşkten çağırsalar...'

Abone Ol

Olmaz ya, kazara beni gazeteci sıfatımla Çankaya Köşkü ne ya da Huber Köşkü ne kahvaltıya ya da öğle yemeğine çağırsalar... Ne mi yapardım / Canım kadar önemsediğim Cumhuriyetimizin en tepesindeki makamdan böyle bir davet aldığım için elbette memnun olurdum. Ancak, gitmek için mesleki bazı koşullarım olduğunu Köşk ün basınla ilgili görevlilerine iletirdim. / Derdim ki: 

"Sayın Cumhurbaşkanımız lütfedip beni davet etmişler. Ancak, gazeteci sıfatım, bu daveti yalnızca belirli koşullar altında kabul etmeme olanak tanıyor. Birincisi, soruları benim sormamdır. Sayın Cumhurbaşkanı nın benim ülke ve dünya meseleleriyle ilgili fikirlerimi sorması ve benim yanıtlamam o andaki rolüme ters düşer. Ben o fikirleri köşemden ve televizyon programımdan açıklıyorum. Zaten, önemli olan, o yüksek kamusal makamda bulunan ve kamunun parasını harcayan kişinin, yani sayın Cumhurbaşkanı nın fikirleridir. Ben, fikir beyan ettiğim anda bir çeşit danışmana dönüşürüm. / Oysa orada gazeteci sıfatıyla bulunacağım." 

Çok hayali mi geldi Hiç de değil. Gazetecilik mesleği üzerinde biraz düşünmüş olanlar dediğimi anlayacaklardır...

Haluk Şahin geçen gün (Radikal, 05.01.2008) köşesinde Beni köşkten çağırsalar başlıklı işte böyle bir yazı yazdı.

***

Buna benzer bir olay ABD de yaşanmış. Baba Bush un Beyaz Saray daki ilk aylarında, basınla daha iyi ilişkiler kurmak isteyen Başkan Bush her pazar düzenleyeceği kahvaltılara tanınmış gazetecileri davet edeceğini duyurmuş. Amerikan başkentinin ünlü gazetecileri şu yanıtı vermişler: "Sayın Başkan, çok teşekkür ederiz. Ancak biz, karşılıklı kahvaltı sohbetine değil, size (Amerikan halkı adına) soru sormak üzere geliriz. Yoksa, biz de görüş açıklamaya başladığımızda, mesleğimizin sınırlarını aşmış oluruz."

Ve kahvaltılar iptal edilmiş. Durum çok açık ve net gibi görünüyor: Gazeteciler soru sorar, kamu görevlileri onları yanıtlar. Kamu görevlileri gazetecilere soru soramazlar.

Peki, ya âlimler yani bilginler. Mesela, Prof. Dr. Sabahattin Zaim.

Hocaların Hocası ve aynı zamanda Sayın Cumhurbaşkanı nın Hocası Sabahattin Zaim ile ilgili olarak bundan önce iki yazı yazdım (6-7.01.2008) ve özetle dedim ki: Sayın Cumhurbaşkanı hocası öldüğünde cenazesine gideceğine, keşke hayattayken Hocaların Hocası Sabahattin Zaim i köşke çağırıp memleket meselelerini danışsaydı...

Yine de geç kalmış sayılmaz; gazetecileri ve gazete yazarlarını köşke çağırmasın, bıraksın da onlar gazetelerinde ve köşelerinde kalsın. Ama Sabahattin Zaim Hoca seviyesindeki birkaç âlimi periyodik olarak köşke çağırabilir ve memleket meselelerini onlara danışabilir...

***

Haluk Şahin in yazısını okuyunca son zamanlarda gördüğüm rüyalar aklıma geldi. Ajandama yöneldim, notlarıma baktım ve o rüyaları (yarınki yazımda) sizinle paylaşmaya karar verdim.

En başa dönelim: Olmaz ya, Sayın Cumhurbaşkanı kazara beni gazeteci sıfatımla Çankaya ya da Huber Köşkü ne davet ederlerse daveti kibarca reddederim; elbette yukarıda yazdığım gerekçelerle. Ama çalışma arkadaşlarımla yaklaşık kırk yıldır üzerinde ilmî çalışmalar yaptığımız "Adil Düzen" ve "Adil Ekonomik Düzen" konularında elbette her zaman görüşebiliriz. Hattâ bu görüşmelerde Sayın Başbakan, ilgili bakan ve danışmanların da bulunmasını arzu ederiz.

İsim vermek gerekirse; kamuoyunda bilinen bu konularda ilmî çalışmaları olan isimlerden Süleyman Karagülle, Süleyman Akdemir ve Arif Ersoy olabilir. Bu sayıyı medyada pek bilinmeyen diğer bazı çalışma arkadaşlarımızı da ilave ederek on kişiye tamamlayabilirim. Değişik metotlarla bu sayı kırk kişiye de çıkarılabilir; yeter ki niyetler hâlis olsun...

Sayın Cumhurbaşkanım; acizane tavsiye ediyorum, gazetecileri değil de özellikle danışılması gereken âlimleri dâvet edip memleket meselelerini onlarla görüşürseniz, kanaatimce daha faydalı olur... En derin hürmet ve muhabbetlerimle