Ülkemizde birkaç nesil, Müslümanlara yapılan baskılardan
dolayı çok sıkıntı yaşadılar. Özellikle kızlarımız okullarından, işlerinden
oldular. Onların yaşadıkları sıkıntı kendilerini bilinçlendirdi, şuurlandırdı.
Onların yetiştireceği çocukların daha şuurlu olacağı hesap ediliyordu.
Beklenildiği gibi olmadı, olamadı ne yazık ki! Kendilerinin
çektiği sıkıntıları çocuklarının çekmesini istemeyen ebeveynler çocuklarını
adeta el bebek gül bebek yetiştirmeye gayret gösterdiler. Çocuklar dinlerini
aileden değil gittikleri eğitim kurumlarından öğrendiler. Aşırı kollamacı
aileleri yüzünden hayatın zorluklarıyla mücadelede gerekli kıvama ulaşamadılar.
En ufak sıkıntıda yelkenleri suya indiren, mücadele ruhunu kaybetmiş nesiller
en temel konularda tavizkâr tutumları dolayısıyla ikilem yaşadıklarından bu
onların ruhi açıdan sorunlu olmalarına da neden oldu. Psikologlarda geçen
ömürler belki onların hayata tutunmalarına vesile oldu fakat bu sefer de
beklentileri yüksek olanlar için bu hayal kırıklığı doğurdu. Psikologlara
gitmeyenler de kolay teslim olan, mücadeleden kaçınan ve kendini kabul
ettirmekten başka derdi olmayan bir ruh haliyle dolaşmaktalar aramızda.
Dini hassasiyetimize ne oldu
Toplumumuz çok değil beş on yıl öncesine kadar bazı
konularda çok hassas davranır ve kırmızı çizgilerle o konulara dokundurtmazdı.
Bunlardan en başında dini konulardaki hassasiyet gelirdi.
Şimdiki gibi öyle domuz eti, zina yasası, başörtüsü konuları bu şekilde gündeme
gelmez, gelemezdi. Cuma namazı çıkışı protestolar, sabah namazlarında Eyüp
Sultan da buluşmalar, ele ele tutuşarak oluşturulan insan zincirleri,
mitingler düzenlenir ve gelişen olaylara şiddetli şekilde tepki verilirdi.
Manevi ve milli konularda gösterilen bu tepki aynı zamanda gündelik hayata da
yansır şimdiki gibi parklarda, toplu taşıma araçlarında olduğu gibi gençlerimiz
gayrı ahlaki fiiller sergileyemezdi.
Ayıp kavramı vardı genç, yaşlı, çocuk herkeste. Bir şey
ayıpsa yapılmazdı, yapılamazdı. Toplumun ayarıyla oynayan merciler doğal olarak
ayıp kavramımızı da hassasiyet çizgilerimizi de yerle bir ettiler. Ne ayıp
kaldı ne de hassasiyet. Artık en mazbut ailenin çocukları bile kendilerinden
beklenmeyecek davranışlar sergilemekte, kendilerini uyaranları ise baskıcı
olmakla suçlamaktalar. Bu düşünce yapısında olanlar da haliyle en hassas
konularda beklenen tepkiyi verememekte; toplum giderek duyarsızlaşmakta ve en
temel İslami değerler bile sulandırılarak hayatımıza katılmaya çalışılmaktadır.
Hal böyle olunca da tuttuğu takım için canını feda edebilecekken Peygamber
Efendimize hakaret edilince sesini çıkartmayanlar türedi çevremizde ne yazık
ki.
Önce ahlak ve maneviyatı güçlendirerek, milli ve şuurlu bir
eğitim sistemiyle bu sorunun da üstesinden geleceğimizin bilinciyle davranmalı
ve buna göre hayatı yeniden düzenlemeliyiz.
Minik bir tebessüm
Sırıtan üç ceset
Savcı, morgdaki üç cesedi incelemek üzere gelmişti.
Birinci ceset sırıtıyordu. Savcı nedenini sordu.
- Milli piyangoda büyük ikramiyeyi kazandı, sevincine
dayanamadı, kalp krizi geçirdi ve öldü, dediler.
İkinci ceset de sırıtıyordu. Savcı sordu;
- Bu neden sırıtıyor
- Bunun da oğlu doğmuştu. Sevinçten kalbine yenik düştü,
diye açıkladılar.
Üçüncü ceset Temel in kömür halindeki cesediydi. O da
sırıtıyordu.
- Bu neden oldu diye sordu savcı.
- Efendim, buna yıldırım çarptı dediler.
- Peki neden sırıtıyordu
- Fotoğrafını çekiyorlar sanmış.
Kıssadan hisse: Bazı olaylar bizim beklediğimiz gibi
gelişmez ve sonuçlanmaz. Bu sebeple atacağımız adımları iyi hesaplamalı ve
yapacağımız işin nasıl gidişat ve sonucuna dikkat etmeliyiz.
İlgilisine notlar:
Özgürlüğün önündeki engeller bazen fiziksel değil
zihinseldir.
Bizim ülkemizde bilinçli tüketici demek Reyonda en öndeki
ürünü çok mıncıklamışlardır arkadaki ürünlerden birini alayım demektir.
1 Nisan ın 15. yüzyılda Endülüs Müslümanlarına haçlıların
yaptığı bir hileyle binlercesinin katledilmesine sebep olduğundan Hıristiyanlar
tarafından hile günü olarak kutlandığını biliyor muydunuz