Zaman zaman ailemden, arkadaşlarımdan, tarihçe-i hayatımdan bahsettiğim oluyor. Bunların lüzumlu olduğuna inanmaktayım. Bir insan yazarsa, şeffaf olmalı, icabında yedi sülâlesi, geliri, gideri, mesleği, meşrebi bilinmeli. Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi, “ya olduğu gibi görünmeli, ya göründüğü gibi olmalı!”
Arkadaş işte ne olduğumu açık ve net söylüyorum: Evvelen; Elhamdülillah, Mü’minim, Müslümanım. Kâinâtın Efendisi (asm), Kâinatın Sahibi olan Allahu Azimüşşân’dan nasıl bir din getirmişse, ona iman etmişim. O dini hem hâlimle, hem kâlimle yaşamaya, anlatmaya, yaymaya ve bir spor kulübüne candan bağlı olanların, kulüplerine olan bağlılıklarının on misli, yüz misli, milyon misli, Allah’ın dini olan İslâmiyet’e bağlanmaya ahdetmişim. Allah’ın tekvinî hükümlerinin bütün kâinatta câri olduğunu ilme’l yakîn, ayne’l yakîn, hakka’l yakîn bilmekteyim. Bunu da bütün dünyaya ispat etmeye hazırım. Kâinatın gerçek Sahibi olan Rabbimin teklifî kanunlarının yeryüzüne hâkim olmasına cehdetmişim. Bunun da bütün beşeriyete huzur ve saâdet getireceğini ispata hazırım.
Herkes imtihanını kendi verecek. Kim ne düşünür, kim ne hayal kurar bilemem. Benim bir tek gâyem ve hayalim var: İttihad-ı İslâm’ın temini, Kur’an’ın yeryüzünde hâkimiyeti, İslâm beldelerinin küffârdan temizlenmesi, bütün mazlumların kurtarılması için çalışmak…Fatih Sultan Mehmed ceddim gibi; “İmtisâl-i câhidû-fillah olupdur niyyetüm, / Dîn-i İslâmun mücerred gayretidür gayretüm” diyenlerdenim.
On iki hak tarikatın esaslarını çok iyi öğrenmişim. En büyük zevkim, ilim tahsil etmek, öğrenmek. Öğrendikçe cehâletimin büyüklüğünü görmekteyim. Ancak, Rabbimin isimlerinin, fiillerinin ve sıfatlarının âlemdeki tecellilerinin harikulâdeliğini gördükçe; Mârifetullah ve Muhabbetullah ilimlerinden nasiplendikçe; dünyevî huzurun ve saadetin arttığını ve artacağını idrak etmekteyim.
Kur’an-ı Mübîn’den ve Hadis-i Şeriflerden aldığım derslerle, bütün Mü’min kardeşlerimi çok sevmekteyim. Ehl-i Bid’a hariç… Yani kendi kafasından din uyduranlar, Allah’ın dinini tağyir etmek isteyenler hariç… Hadis-i Şerifte var, bunlar Kevser havuzundan geri çevrilecek ve ebedî Cehennemlik olacaklardır. O şefkatli Nebi (asm) bunların yaptıklarını, meleklerden öğrenince, “Allah’ın lâneti onların üzerine olsun!” diyecektir. Ölçüm belli: Allah için sevmek… Allah için buğz etmek… İslâm’ın hâinlerinin, aynı zamanda vatanın da hâinleri olduğuna inananlardanım.
Bazen imâen, bazen telmihen, bazen tecâhülü ârif san’atı yaparak, bazen da gayet açık ve net olarak söylemişimdir: İslâm yurdunun idarecileri, vatanın bekâsını ve düşmanlara karşı müdafaasını düşünüyorlarsa, o vatandaki Müslümanlara İslâmiyet’in mükemmelen öğretilmesine gayret etmelidirler. İslâmiyet’i, yani Resûl-i Ekrem’in (asm) tâlim buyurduğu, Sahabelerin yaşadığı ve aktardıkları “doğru İslâmiyet’i…” Hakikî Müslüman asla hain olmaz. Kalbi Kur’an ve Hadis aşkıyla tutuşanlar vatana ihânet etmez…
Bu yaşıma geldim, Elhamdülillah şandan, şöhretten alabildiğine kaçındım. Bazen vebalinden çekinmesem, yazı yazmak dışında hiç ortalıkta gözükmem. (Yaklaşık 25 senedir de öyle yapmakta ve öyle yaşamaktayım.) Ancak bilenlerin bildikleri kadarını anlatmakla da mükellef olduklarını bilmekteyim. Geçenlerde yazdığım gibi, Hepimiz “Emr-i bi’l mâ’ruf, nehy-i ani’l münker” vazifesini yapmakla mükellefiz. Hele bizim gibi Ehl-i kalem ve ehl-i kelam olanlar, icabında devlet başkanına ve icab eden herkese hakikatleri söylemelidir. Elimizden geldiğince de bunu yapmaya çalışıyoruz.
Arkadaş, sırtımızı maddî güç ve makam sahiplerine, etkili kuruluşlara dayamamışız. Kısaca, ben buyum. Yani Allah’ın kuluyum, vesselâm…