Tamam, teknolojik aygıtlarda hep önde gitti.
Marmaray, Metrobüs, İstanbul un sırtındaki yükü azaltmak
için iyi oldu.
Yerin yedi kat dibine girmeyi hiç sevmediğimden çok
mecbur kalmasam Marmaray ı tercih etmesem de, ahaliye büyük kolaylık.
Önceki gün akşam saati Topkapı dan tramvayla Cevizlibağ a
geçtik, Metrobüse binip Zincirlikuyu da indik.
Aman Allahım o ne kalabalık, sanki bir ordu ve
ezileceğimi sandım, bir alt geçitden yukarı çıktı bu ordu, nefes alamayarak her
an boğulma riski taşıyarak. Otobüslere saldıran insanlarla birlikte bizde binip
Levent te indik. Levent ten, Beykoz otobüsüne bindik, köprüye kadar milim milim
ilerleyen bu araçta akşam kaçtı, yatsılar okundu, ayaktaki insanlar mutsuz, o
demir makinelere mahkûm. Kavacık köprüsünde yine yüzlerce insanın içine inip
köprü üzerine çıkıp başka bir araçla evime varabildim.
Topkapı dan eve gelmem üç saatti.
Oysa mis gibi denizimiz bomboş durmakta.
Çocukluğumuzda, gençliğimizde biz bu denizin sefasını çok
sürdük ama sonraki yıllarımızda denize hasret kaldık.
Belki çaykalara, çekdirilere yetişemedik.
Anadoluhisarı ndan sandallarla Ortaköy e geçerdik.
Bağıstanın sebzevat sandıklarını küçük motorlarla
iskelelere naklederlerdi.
İskeleler o kadar canlı idi ki; sünnet çocukları, Eyüp
Sultan yolculukları, evlenecek kızların çeyiz alışverişleri, uzaklardan gelen
konukların gezdirileceği Bebek, Arnavutköy sahilleri.
Vapurlarımız saat başı Eminönü nden yolcusunu alır
huzurlu bir şekilde boğazın iskelelerine uğrayarak, mutlulukla evimize
gelirdik. Denizyolu hem karanın yükünü azaltır, hem eksoz dumanları ile daha az
çevre kirlenir, hem de insanlar o kadar güzel yolculuk yapardı ki. İşlerinden
çıkanlar şimdiki gibi asık suratla değil güler yüzle birbirlerini selamlayarak,
vapurun kapısında birbirlerine yol vererek geçerdi.
İnsanların çoğu birbirini tanırdı.
Kibar bir yolculuk başlar buna huzur senfonisi eşlik
ederdi.
İnsanlar günün stresini bu yolculuklarda atardı, evlerine
mutlu dönerlerdi.
Canavar makineler olan otobüslerdeki gibi sert bakışlar,
dokunsan çıkacak kavgalar, kaba söylenişler, ekdâr olmazdı.
Yıllardır kullanılmadığından Çengelköy, Çubuklu, Küçüksu
iskeleleri çürüdü.
Aslında çürüyen, eriyen, yiten ince bir kültür. Ahmet
Mithat Efendi bütün romanlarını, Beykoz daki evine götüren bu vapurlarda
yazmıştı. Bizim çocukluğumuzda da insanlar, kitaplarını gazetelerini okur,
avukatlar dosyalarını hazırlar, öğretmenler yazılı kâğıdı okuyarak eve iş
götürmeyecek bir çalışma ortamı da sunardı, bu nezih vapurlar.
Üniversite yıllarımda da biz öğrenciler Osmanlıca
metinleri pratik yapar, kekeleyerek Havuçlu Pilav Meselesi nin her cümlesini
söktükçe sevinirdik.
O şen şatır günleri yeni neslin de mutlaka yaşaması
gerek.
Belediyede duraklama devri dedim, zira Anadolu yakasında
boğaz yolu, her sabah saatlerce kilitlenmekte; heba olan zaman, milli
servetimiz.
Belki belediye teknolojide devrimler yaptı ama deniz
yolunu kullanmayarak çok başarısız kaldı.
Yoksa birkaç yerli altesin deniz kenarı yalısında rahatça
oturup güzel manzara seyrederken, denize doluşan vapur ve motorlardan bu birkaç
zenginin göz zevki bozulur diye mi çekinmektedir.
Ama sayın belediye yetkilileri, onlar belki de yüz küsur
aile fakat milyonlarca kişinin oluşturduğu halkın memnuniyetidir, söz konusu
olan.
Sanki deniz yolu tekrar hareketlenirse, o nazik
kültürümüzde dirilecektir.