Belediyeleri çalışıyor

Abone Ol

Teknolojik aletlerin bir nimeti de bizi, şehirlerimizde her hafta, her gün, her an olabilen zabıta vak’alarından haberli kılmasıdır.

Duyanın, görenin, okuyanın, videosunu izleyenin umutsuzluğa sevkedildiği, cevabı bulunamayan “Ne oldu bize” sorusuna muhatap edildiği zabıta vak’aları, nerede olursa olsun, şiddet yönüyle birbirine benzemesinin ötesinde, hangi idare şeklini hakettiğimizin sosyolojik haritasını da koymaktadır önümüze.

Sosyal medya etiketli son zabıta vak’asının bir tahlilini, analizini, tenkidini, eleştirisini yaparak, belediyelerde yönetici olmak hayalli ve hizmet aşklı gençliğimize bir fikir vermek isteriz. Vak’anın, iktidar yanlılarının görmezden gelinmesini istenenlerden olmadığını vurgulamamızın hedefi, vermek istediğimiz eğitimin kalitesiyle alakalıdır.

Ak parti sevenlerine, taraftarlarına, düşkünlerine hatalarını, yanlışlıklarını, hukuksuzluklarını bir kez daha anlatmak derdimiz değil.

Zabıtalarından belli olur bir belediye.

Zabıtalarının davranışlarından, çalışma metodlarından, hitap şekillerinden, duruşlarından ve vuruşlarından..

Bir Ortaanadolu şehrinden, Karaman vilayetimizden internet medyasına yansıyan o görüntülerden sonra, sorumlu belediyenin savunma açıklamalarındaki zeytin yağı karakterli olmak itirafının acılığını örtmeye çalışması da medyamızın, “ortak”lığın tasdiki olarak görülmelidir.

Kitap ve anahtarlık satan bir vatandaş, şehirlerimizin AVM hakimiyetine girmesinden sonra belediyelerimizin ortadan kaldırdığı, yok ettiği seyyar esnaf sınıfının son mohikanı bir vatandaş, sayın belediye başkanının “şahıs” dediği o vatandaş, yandaş ve besleme medyacılarımızın tabiri ile söyleyelim, halkın dini duygularını istismar ettiği gerekçesiyle, bizzat diğer vatandaşlar tarafından zabıta müdürlüğüne şikayet edilmiş.

“Vurun” diyen zabıta memuru haklılıklarını propaganda ederken özetliyor yaşananları. “Elli kişi arıyor. Şehir dışından gelmiş, artistlik yapıyor. Şikayet ediyorsunuz, bir kişi yanımıza gelmiyor”

Dilencilik yaptığı iddia edilerek şikayet telefonları açan elli kişi. Bu ne hassasiyet? Fakat niye rahatsız oldukları bilinmiyor.

Belki ünlenen zabıtanın dediği gibi şehir dışından gelmiş olması ve artistlik yapması.. Yani o şikayetcilerin ve linç uygulayıcılarının seyrettikleri dizilerde artistlik yapanların hiç biri giremeyecek mi Karaman’ımıza?

Haberciler ne yapsın? Sakallı ve bıyıklı da değillerki, tükürükleri kendilerinde kalıyor. Lakin bağlanan ümitleri ya da ünlü mizah vurgusuyla “duygusal”lıkları boşa mı çıkarsınlar. Oturmuş algıcılığa vermişler kendilerini.

“Jiletle saldıran..” “Elinde falçata olan” “Zabıtalarımıza yumruk vuran” ve hepsinden önemlisi “Kaçmaya çalışan” şahıs, hem de dilenci..

Medyacılar böyle anlatır da vak’ayı, sayın belediye başkanı memurunun hatasını ayıbını, hukuk dışılığını kabul eder mi? O da etmiyor. Basın açıklamasında aynen şunları demiş:

“Darp edilen kişinin zabıtalara yumruk attığı, falçatayla (isteyen jiletle okusun) saldırmaya çalıştıktan sonra kaçtığı.. Daha sonra şahıs vatandaşların da yardımıyla yakalanmış ve zabıta karakoluna getirilmiştir.”

Sayın Belediye başkanından şu sorularımızın da cevabını duymak isterdik.

Zabıtadan kaçmaya çalışmak hangi cezaları gerektiren bir suçtur ve vatandaşların da yardımıyla diyerek vurguladığınız o yardım türü bir belediyenin tabi olduğu hangi kanun kitabında, nasıl yazılmaktadır.

O yardımcı vatandaşları, çalışmaları dolayısıyla belediyenizin mevsimlik geçici işçi kadrosunda mı gösteriyorsunuz? Yahut onlar hizmetlerinin karşılığını sizden yani belediyenizden ne olarak alıyorlar?

“Dilencilik yaptığı tesbit edilen ve darp edildiği iddia edilen şahıs” diye tanımladığınız vatandaşın elinde jilet, falçata gibi suç aletleri var idiyse ve zabıtacıklarınıza yumruk vurmak eyleminde bulundu ise, hakkında ne gibi bir işlem yapılmasını istediniz? Zabıtalarınıza o yumruklardan dolayı iş göremez raporu niye aldırmadınız?

“Darp edildiği idda edilen şahıs” dediğiniz o vatandaş, bizzat o şehirlilerce darp edilirken, linç çağrısı yapan zabıtanızın “Bırak gel gidelim. Bunu vatandaşa bırakalım” hükmünü nasıl açıklıyorsunuz. Şehrinizde zatıbatalarınız, başlattıkları bazı işleri yarısından sonra vatandaşlara mı ihale ediyor?

Eğer o “Bırakma” işi gerçekleşse idi, belediyenizin o şahıstan tahsil ettiği 124  yazı  ile yüzyirmidört liradan vazgeçmiş mi olacaktınız, yoksa sonraki tahsilat şekli nasıl olacaktı.

Kabahatler kanununa göre, yani aynı zamanda iyi bir kanun uygulayıcısı olduğunuzdan yüzyirmidört lirasını alarak serbest bıraktığınız o şahsı, neden bir sağlık kuruluşuna götürüp sağlam raporu aldırmadınız? Darp edildiği iddasına karşı belgeniz olurdu değil mi?

Belediyenizin, vak’a dolayısıyla ünlenen zabıtayı görevden almasını, bir yerde yapılan hukuksuzluğu onaylamamak olarak algılatmak isteyen yakın medyanızın, “O zabıta açığa alındı” cümlesiyle duyurması, bir belediye başkanı olarak sizi rahatlatacak mı, yoksa memurlarınızın hizmet eğitiminden mahrum olduklarını ya da bazı işlerinizin böyle yürüdüğünü, zabıtalı vak’alarla mı duyuracaksınız?

“Açığa alınmak..”

Beşiktaş’ımızın maç oynamaya çıktığı stadlarda, “Kapalı uyuma” diye bağıran taraftarlarının yanına konmuş olmak mıdır, bu açığa alınmak dediğiniz?

Minarelerin gölgelerinin üstüne düştüğü şehirlerimizde ikamet eden insanlarımızı camilerde eğiten vaizlerimiz de çok üzülmüşlerdir, biz şehirli olmayı bunlara böyle anlatmadık diyerek.. Zira hiç kimsenin bu vak’ayı basit bir zabıta vak’ası olarak görme lüksü artık yoktur. O şehrin zabıtaları ve yönetici kadroları basitliği tercih ediyor olsalarda..

Vaizler dedik, hocalar dedik, öğretmenlerimizin üzüntülerine de katılalım. Fakat onları avantajlı sayabiliriz. Emeklerimizin karşılığı bu mudur derlerken, dövebilecekleri dizleri şimdilik vardır.

Gençliğimiz, bu eğitim yazımızı umarız dikkatlerine alırlar…

 HAKİMLER ÜSTÜNDE BİR HAKİM VARDIR

“Şehir eşkıyası, hakime rüşvet vererek her türlü suçunun üstünü kapatırmış.

Hatırlı ve zengin birini de suçlayarak hakime başvurmuş ve bir danayı rüşvet olarak vermiş. Zengin adam, durumu öğrenince eşkıyanın danasından daha güçlü bir danayı hakime teslim etmiş. Hakim iki danayı yan yana görünce, “Ben rüşvet almam, bu iki dananın kuyruklarını birbirine bağlayalım, ters yönde kaçmalarını sağlayalım ve kimin danasının kuyruğu koparsa o kaybeder” demiş ve zengin davayı kazanmış.

Bu son Filistin olayıyla İsrail danasının kuyruğu koptu, Amerika’nın foyasını dünya gördü.

Daha iflah olmaz.”

Yukarıdaki satırlar gazetemizin perşembe nüshasındaki Mahmut Toptaş Hoca makalesinin son kısmıdır.

Amerika’nın iflah olmazlığını böyle güzel ve anlaşılır bir örnekle anlatması, bir Ortaanadolu yaşanmışlığını hatırlattı bize de..

Anlatacağımız darb-ı mesel, ne ilgisi var sorusu getirmesin diye akıllara, bir tedai, bir çağrışım üzerine yazmak ihtiyacı hissettiğimizdendirliği peşinen belirtiyoruz.

Mahmut Toptaş Hoca bir “Hakim”den bahsediyor. Biz de bir hakimden bahsedeceğiz. Lakin hiç kimse bizim anlattığımız hakimi, AK Parti’nin ünlü hukuk bilgini Burhan Kuzu bey’in, metal yorgunu olduğu için görevden alınan belediye başkanının ünlü damadını savunurken “O hakim bırakmamış, bu hakim bırakmış diyerek anlattığı hakimle sakın karıştırmasın. Yani ilgilendirmek yasaktır.

Davalı duymuşki, duruşma hakimi “Ne verirsen kabulüm” taraftarı. Bir halı göndermiş hediye olarak. Davacı derseniz, çoktan tedbirli. Yüz lira vermiş nakit. O yüz lira ile rahatça bir halı sahibi olmak mümkün, harcandığında.

Gün gelir, herkes yerini alır, mübaşirin yanık sesle ünlemesiyle.

Hakimimiz dosyaya bakar bakar, hukukla ilgili bir cümle arar. Lakin bulamaz. Döner, davalıya derki: “Senin halına ne diyeyim.” Sonra davacıya dönerek noktayı koyar. “ Senin de yüzüne ne diyeyim.”

Mübarek ramazandır. Biz bu fıkrayı gülümsemeniz için bir kere daha yazdık, Mahmut Toptaş Hoca’mızı okuduktan sonra, haddimiz olmayarak.

Nasıl söylesem bilememki, yani bizim bu anlattığımız fıkrayı, lütfen Cumhur ittifakının partilerine uyarlamayı düşünmeyiniz deriz. Emeklilere ikramiye başka bir şey. Hem Bahçeli bey’in halına da ne desek boş.

 KUDÜS EY KUDÜS!

Hurriyet Gazetesi “Sinir ucuna dokunduk“ manşetini atmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, twitter atışmasında verdiği cevaplarla Netenyahu’ya neler ettiğini anlatmak telaşına düşünce.

Dahası, Sayın Cumhurbaşkanı’mızın partisi AKP de Yenikapı’da miting yapacak Kudüs meselemiz dolayısıyla.

Hatırladığımız ve hatırlamakla oğündüğümüz bir tarihimiz var. Benzeri bir örneği geçmişte yaşamışsak, yeni nesillerimize, çocuklarımıza aktarmak boynumuza borç olmuştur.

K.Evren ihtilalinden sonra, Devlet Başkanı sıfatı ile uluslararası bazı toplantılara da katılmaktadır. İşte öyle toplantılardan birinde, davetlilerin müslüman ülke temsilcilerinin olduğu toplantılardan birinde, bir diplomat K.Evren’e yaklaşir ve sitemini aktarır.

“Kudüsümüz için niye hiçbirsey yapmıyorsunuz?” Kenan Evren’in böyle bir soruya hazırlıklı mı olduğunu yoksa zekası gereği mi o cevabı verdiğini sizlere bırakıyorum.

“Konya’da miting yaptık ya! ”

12 Eylülden önce MSP tarafından Konya’da yapılan ve ihtilale gerekçeler arasında sayılan Kudüs mitingimizdir dayanakları ve saklanacakları kale ardı… Ey Ensar Tuna, bu haftada böyle.

 TV’LERİ VAR, BİZİM TV’MİZE BENZEMEZ

İki TV programından iki enstantene.

Bir: Büyük itirafçı H. Gülerce, her pazar olduğu gibi yine konuşuyor kendisine özel tahsis edilen TV kanalında.

Yakınındaki FETÖ’cüleri anlatıyor, anlatıyor ve diyorki: Bana soruyorlar, iyi güzel hoş ama bu kadar zulüm niye?

FETÖ’cülere mesaj, itirafçı sayılan bir FETÖ’cü tarafından işte böyle verilir. Savunduklarının zulüm uyguladıklarını söyleyerek.

Ey FETÖ’cüler! Bu kadar zulüm niye, propagandasıyla sabitliğinizi koruyunuz.

İki: Resmi seyehat uçaklarının demirbaşlarından, vazgeçilemeyen eleman ünlü Turgay Güler ve karşısında TV kanalında yatıp kalkan bir profesör.

Profesör diyor ki, gününün büyük kısmını Fatih türbesinde seyran ederek geçiren ve ziyaretçilere çemkirme hakkı bulunan çarşaflı bir kadıncağızın üçyüzüncü kez döndürülen bir haberi üzerine…

“Saadet Partisi’nin adayları melek olsalar dahi, seçilmelerinin kimin işine yarayacağı sorgulanmalıdır.”

Moderatör, oturum yöneticisi, program sunucusu ünlü Turgay Güler bey teyakkuzda.

“Ama muhterem ve çok saygıdeğer Hocam, sizin bu dediğiniz FETÖ’nün ‘Cebrail parti kursa’ söylemiyle paralellik azediyor.”

Sözün bittiği yer burası.

Melek hakkında hiçbir bilgisinin olmamasını boş verin o profesörün, karşılıklı bir itiraf var burada; hangi ocaktan yetiştiklerine dair, nerden nemalandıklarına dair.

Gözlerden kaçmasın!