Bayramdır geçip giden

Abone Ol

Bir sohbet esnasında arkadaşım tezini açıklıyor:

-Eskiden çok fakir vardı, şimdi ortalıkta o kadar yoksul göremiyorum dedi, ona hak verme adına başımı sallıyorum.

Sonra arkadaşım çeyrek yüzyıl önce çevresindeki yoksulları anlatmaya başladı:

-Özellikle öğretmenler, o kadar fakir yerlerde otururlardı ki; bir arkadaşımın eşi öğretmendi, o gün kürtaj olur evine dönerken taksi tutmaz, çocuklarımın bir ihtiyacını alırım der, otobüs duraklarında bekler, gariban birkaç gün sonra kan kaybından vefat etti, şimdi insanlar daha itinalı kendilerine.

O gün, otuz yıl önceki daha fakir mazinin muhasebesini yaptık.

Neredeyse artık fakir kalmadı diye avunduk bile.

Yanılmışız.

Arifeden bir gün önce idi. Üsküdar’daki bir camide, vakit namazı kılmaktayım. Yanımdaki yaşlı kadına, karşısındaki kadın soruyor kimi bekliyorsun, diye. Kadın:

-Oğlumu bekliyorum bana penye alacak diyor.

Ama sanki bu cümleyi bir çocuk kuruyor; o kadar sevinçli, mutlu, coşkulu adeta penye bluz değil de bir ev alacak.

Namazım bitince başımı çevirdiğimde, camiye girdiğimde fark edemediğim kadın, yoksul tanımının içini dolduruyor. Sırtında eski bir ferace, ayağı güz mevsimine göre soğuğa yakın bir havaya karşın çorapsız çıplak, dahası tersinden giydiği şalvarı delik deşik.

Tesbihata geçince, bana işaret ederek:

-Şu kadına bir yardım et, yetimleri var, arkamı dönüyorum bir kadın kucağındaki poşette çorapları var onları satmakta fakat sükût durmakta, gıkı çıkmamakta, nedenini anlıyorum zira duvardaki ikaz tabelasında şunlar yazmakta:

“Camimiz 24 saat kamera ile izlenmektedir, cami adabına aykırı hareket etmeyiniz” kadın kendisinin izlendiğini bildiği için çoraplarını seccadenin altına saklamış.

Fakat yine de çorapçı kadının üstü başı yaşlı kadından çok düzgün, yoksul tanımının asıl kahramanına dönüyorum, nerde yaşadığını, neler yaptığını öğrenmek istiyorum, Şile’nin bir köyündenmiş, hastaneye gidip kan alması lazımmış, kan verecek kişiyi bekliyormuş, o kişi de kaç saat olmuş gelmemiş. Neden kan aldığını sorduğumda, mide kanseri olduğunu, başörtüsünü açtığında saçlarının döküldüğünü görüyorum.

Acaba o kan verecek kişiyi arayabilir miyim deyip telefonumu istedi, aradığı kişi cevap vermedi, şalvarının cebinden eski bir defter çıkararak kargacık burgacık yazılmış bir numarayı arattı, ona da ulaşamadı, başka bir kan veren daha var onu da arayabilir miyiz dedi, elbette dedim, ondan da ses çıkmadı, dördüncü kişi ile anlaşabildi ancak. Sabahtan beri o camide kan vericiyi beklediğini ama gelmediğini, bayramı kansız geçiremeyeceğini anlattı, muhatabı kabul etti, birkaç saat içinde gelmeye söz verdi. Merak ettim sordum para alıyor mu kan vericiler.

-Almaz olurlar mı hiç, dünya para ödüyorum her seferinde dedi, durumun nasıl demedim yırtık şalvarından durumu ortada idi.

Hem yaşlı, hem hasta, hem kimsesiz, hem parasız idi.

Biz onunla konuşurken namaz kılan bir genç kız:

-Susar mısınız lütfen sizin yüzünüzden kılamıyorum dedi, kızın beyazını belerttiği patlak gözlerine, “ne olur sus bağırma burada bir garip var” dercesine yalvararak baktım ama anlamadı.

Yaşlı kadının yırtık şalvarının cebine ufak bir şeyler bırakırken boynunu büktü, dalgın bakışlarını hüzünle önüne bıraktı.

Dışarı çıktığımda avlu mu etrafımda dönmekte idi yoksa başım mı, kapıya tutunarak düşmemek için zorlukla ilerledim.

Bayram geliyor musun dedim, neredesin, bu kadıncağızı da bir çocuk gibi bağrına bas e mi diye kendi kendime mırıldandım.