Yahudi-Kıpti-Hollywood-Abede yapımı Sevgili Efendimizi küçük düşüren ve alaya alan filmin ardından tartışmanın boyutu "fikir özgürlüğü" düzlemine çekildi. Batı bir bütün olarak bu filme ve eyleme sahip çıkmış oluyor böylece. Batıda fikir özgürlüğünün bu boyutta olmadığı bilinen bir gerçek. Batı kavramı bütün Hıristiyan dünyasını içerir.
Batı ülkelerinde Yahudi aleyhtarlığıyla ilgili herhangi bir harekete bulunulabiliyor mu Almanyada bir tarihçinin Yahudi soykırımıyla ilgili "bu bir yalandır, böyle bir soykırım yoktur" benzeri ifadelerde bulunduğu, ardından bu bilim adamının başına ne geldiği bilinmiyor. Avrupada Yahudiler aleyhinde hiçbir yazıya, karikatüre izin verilmediği bilinen bir gerçek.
Daha geçen hafta İngiltere prenseslerinden birinin üstsüz fotoğrafları medyada yer alınca kıyamet koptu. Başta Fransa olmak üzere sansür uygulandı.
Bizim bunları onayladığımız anlamı çıkmasın. Batı düşüncesinin ruhunu vermek bakımından örnek olarak veriyoruz. Konu Müslümanlar ve değerleri olunca durum birden fikir özgürlüğü kapsamına giriyor. Demek oluyor ki, Batı fikir özgürlüğünü kendilerine ve değerlerine karşı olmadıkça bir serbestliği vardır.
Dönemler hâlinde bunu sürekli gündemde tutuyorlar ve bu bilinçli yapılıyor. Aslında bu durum tarihin derinliklerine, tâ Endülüs İslâm uygarlığının dağılmasıyla başlıyor. O zamandan beri sevgili Efendimiz şeytan kılıklı, boynuzlu resmediliyor. Batı kütüphaneleri bu tür eserlerle dolu.
Müslümanlar üzerinde sürekli bir baskı uygulanıyor bu araçlarla. Bunlar Müslümanlar üzerinde kompleks oluştursun diye. Müslümanlar ise bir başka dezenformasyon ile kuşatılmış bulunuyor. Bir yandan dinler arası diyalog, bir yandan medeniyetler arası diyaloglarla Müslümanlar uyutuluyor. Diyalog olgusu da salt Müslümanlar içindir. Müslümanların hıristiyanlara daha hoşgörülü bakmalarını sağlamak için. Müslümanlar bütün peygamberleri peygamber ve kendilerinin olarak kabul ediyorlar. Fakat geçmiş kültürlerin din olmadıkları, bunların dinlerinden uzaklaştıklarını kabul ederler. Zaten batılı bilim adamları da İnciller konusunda aşağı yukarı hem fikirdirler. İncillerin tanrının kitabı olmadığı, bunların birer hatıra kitabı olduklarını kabul ederler. Müslümanlara göre, Tevrat, İncil ve Zebur Allah tarafından elçilerine gönderilmiş kitaplar olduklarını, ama bunların asıl olmadıklarını, tahrif olmuş olduklarını bilirler. Zaten bilim dünyası da şunu kabul eder. İnciller Hz. İsanın ölümünden çok sonra - bu, bir yüzyıla tekabül eder- derlendiği bilinir. İncillerin sayısının çok olduğu bunların İznik Konsülünde 450 civarında olduğu da biliniyor.
Hıristiyan dünyası Kilise tarihi boyunca bu gerçeklerin üzerini örtmek için daha çok Müslümanları hedef alıyor, Müslümanların değerlerini küçümsüyor, aşağılıyor dikkatleri kendilerinden uzaklaştırıyorlar. Bugün bile kilise ile Hıristiyan dünyası arasında sorunlar oluyor. Çünkü insan gerçeğiyle örtüşmeyen durumlar çok rahat gündeme gelebiliyor. Kilise ile laikler arasında ciddi sorunlar sık sık gündeme gelebiliyor.
Türkiyedeki batıcılar da kilise ile yönetenler arasındaki ayrımın ve gerilimin bir benzerinin Müslümanlar arasında görmek istiyorlar. İslâm coğrafyasında cami sektörü, kurumu, devlet konumundaki bir gücü yok. Kilise ile cami benzerliği tamamen yanlış. Kilise Vatikan merkezli tam bir imparatorluk konumunda. Laik bir kurumun bünyesindeki yöneticilerin hiç biri papalık ile eşdeğer değil. Dolayısıyla Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında bir benzerlik yok kesinlikle.
Katolik dünyasının papalık kurumu karanlıklarla, entrikalarla ve olaylarla, cinayetlerle doludur. Papalık tarihine, Orta Çağ hıristiyan dünyasına bakılınca bunlar çok rahat görülebiliyor. İslâm dünyasının ise bu anlamda tertemiz bir geçmişi var. Müslümanlara saldırılar sistemli ve programlıdır. Bilinçli yapılıyor. 11 Eylül olayları da buna dâhildir.