Batıcılık ve Avrupa Birliği hayali ailemizi yok ediyor

Abone Ol

Aile, toplumun en küçük yapı taşıdır ve aile içerisinde yetişen fertler toplumu oluşturmaktadır. Bundan mütevellit toplumda değeri yüksektir. Böylesine önemli bir müesseseyi koruma mes’uliyeti haliyle tüm topluma aittir. “Türk aile yapısı” diye tarif edilen yapı bundan elli-yüzyıl öncesine kadar dede-nine, amca-hala, dayı-teyzelerin de içinde yer aldığı anne-baba ve çocuklardan meydana gelen geniş aile dediğimiz aile biçimindeydi. Zamanla Batılılaşma, çarpık kentleşmenin artması ve ekonomik üretim şeklinin değişmesiyle geniş aileden çekirdek aileye doğru bir evrilme meydana gelmiş ve bugün bu aile tipi de maatteessüf tehlike altındadır.

AİLE REİSİ MÜESSESESİ BUHARLAŞTI (MI?)

Aile, insan için en korunaklı yer, sağlam bir kale, sığınılan limandır. Allah (cc) ailede reis olarak erkeğe işaret etmiş, yetkinin çoğunu erkeğe verirken evin içini, çocukların bakım ve ilk terbiyesini kadına vermiştir. Gelenek, göreneklerimiz ve ataerkil yapımızda babayı ailenin reisi olarak görmüş adeta devleti baba ile özdeşleştirmiştir.
Birkaç asırdır cereyanına kapıldığımız Batıcılık ve onun getirdiği sekülerizm insanımızı dünyevileştirirken, hayata maddeci ve çıkarcı bir gözle bakmasına neden olarak, benmerkezci yaptı. Merkeze kendini alarak kişisel sorumluluklardan muaf olmayı tercih ederek bireyselleşme hastalığına yakalandı. Diğer yandan insan hakları, eşitlik, özgürlük gibi söylemler toplumda hızla yayıldı, ailede sorumlulukların paylaşılmasının telaffuzu yanı sıra ailede reis erkektir kaidesi ortadan kaldırıldı.
Batılı “dostları”nı ve içerideki feminizm gibi sapkın akımlara kapılmış sesi çok çıkan kesimleri memnun etmek için Türk toplumunun aile yapısına uymadığı halde çıkarılan Yeni Türk Medeni Yasası’ndaki “Birliği eşler beraberce yönetirler” ilkesi çift başlılığa neden olmaktadır. Medeni Kanun’da yapılan bu değişiklikler ile birlikte son zamanlarda en ufak bir soruna dahi mahkemede çözüm aranır hale gelindi. Bu durum boşanmaların artmasına sebep olmaktadır. Yine kanunda eşin malının yarısına, maaşının bir kısmına el konulması da bunda etken. Bu kanunla bireysellik sanki teşvik edilirken, yapılan bu değişiklikler yalnızca hukuki alanı etkilemekle kalmadığı gibi, Türk aile yapısına zarar veriyor, ilerleyen yıllarda da birtakım sosyal sorunlar olarak karşımıza çıkacağı muhakkak.

NİKÂHSIZ BİRLİKTELİKLERE NE SEBEP OLUYOR?

Günümüzde Avrupa Birliği’nin istediği zina ve ahlaksızlıkların kanunen serbest edilmesi yanlışından bir an önce dönülmesi zorunludur. Aileyi yıkıcı, sağlıklı neslin devamını engelleyici bu gibi yanlış tavırlara karşı toplumsal duyarlılığının artırılmasına yönelik çalışmaları hem siyasilerin hem de sivil toplum kuruluşlarının yapması gerekmektedir. Genç nesli ifsat edici yayın, program ve yanlış rol-modellerin gençliği bozduğu, aslından uzaklaştırdığı ortadayken bu durumu kimse görmezden gelmemelidir.
İmam Gazâlî tarafından Kur’an ve sünnet doğrultusunda geliştirilen, insanlık için zaruret halini alan Beş Temel Hakkın Korunması (Zarurât-ı Dîniyye) -ki bunlar; din emniyeti, can emniyeti, akıl emniyeti, nesil emniyeti ve mal emniyetidir- esastır.
Nesil emniyeti; neslin devamı ve sağlıklı olabilmesi için önce aile kavramının toplumda yerleşmesi ve aileyi koruyucu, geliştirici çalışmaların olmasıyla mümkündür. Güçlü toplumun temel değeri ailedir. Sağlıklı ve güçlü aileler sağlıklı ve iyi yetişmiş nesillerden oluşur. Aileyi dağıtıcı, nesli bozucu zina, fuhşiyât ve sapkın hastalıkların önüne geçilmesi gerekir.


ÇOCUKLARININ ÇOCUKLUKLARINI ÇALAN EBEVEYNLER

Bugün kadınların asli görevlerinin dışında istihdam edilmesi annelikten uzaklaştırılması neticesinde toplumda oluşan dengesizlikler toplumu bozan en önemli etkendir. Çocuklar için açıldığı iddia edilen kreşler annelerin sömürülmesi içindir, fakat bu durumu kim kabullenmiyor ki? Her dindar ailenin bile bir kreş takıntısı var. Anneler yanlış kodlanıyor. Toplumun kodları değiştirildi. Uzmanlara(!) göre Türkiye’deki kreş sayısını yeterli değil. Mamafih, çocuklar ya aile birlikteliğinin dağılması ya da kreşlere gönderilerek anne ve baba şefkatinden, sevgisinden, alakasından mahrum kalarak ebeveynlerinden uzaklaşmaktalar. Netice itibarıyla bencil, mutsuz, huzursuz, duygusuz bir kuşak toplumu bekliyor.


MEDENİYETLERİN İNŞASINDA AİLENİN ÖNEMİ

Toplumların ulaştığı medeniyetler bir toplum inşasının temelleriyle ve o temelleri oluşturan fert, aile, şehir ve toplum dinamiklerinin doğruluğu, sağlamlığı ve döneminin geçerli medeniyet değerlerini içerisinde barındıran keşfedici, faydacı bir eğitim ve toplumsal bilinç oluşumu ile mümkün olagelmiştir. Toplumların yok oluşları veya başka bir toplumun içerisinde eriyip asimile olmaları asıl toplumu oluşturan temel değerlerin dinamikliğini kaybetmesiyle gerçekleşmektedir. Tarih bu her iki türlü toplumun örnekleriyle doludur. Toplumsal sorunlarımıza yaklaşımımızda seküler düşünce ve anlayışlarından uzaklaşarak kendi kadim medeniyet değerlerimize dönmek mecburiyetindeyiz. Bizim inanç ve değerlerimiz, tarih ve medeniyet birikimimiz varken yapmamız gereken şey Batı’nın bozuk ve ifsat edici düşünce ve hayat tarzını terk ederek aslımıza sığınmamızdır. Bu sığınma bir tercih değil, zorunluluk halidir.

AİLENİN, AİLE BAKANLIĞI SERÜVENİNDE KAYBOLUŞU

Toplumların ayakta kalmalarındaki en önemli etken, kanunlar ve kanunların uygulanmasıdır. Aile Anayasanın 41. maddesinde güvence altına alınırken, 29 Aralık 1989 tarihinde 396 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı olarak ilk kurumsal adım atıldı. 6 Temmuz 2011’de Fatma Şahin aileden sorumlu ilk kurucu bakan olarak göreve başladı ve ilk icraat olarak ‘’Kadına şiddet’’ hadiselerinin önlenmesi amaçlanan fakat Türk aile yapısına riayet etmeden hazırlanan ve pek çok aile trajedisine sebep olan 6284. sayılı kanunu çıkartmak oldu. Ayşenur İslam’ın (2013) ise akıllarda kalıcı en büyük hizmeti “Çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin” sözü oldu. Ayşen Gürcan (2015) ailenin dağılmasına sebep olarak börek yapamayan kadınları göstermişti. Sema Ramazanoğlu (2015) yazmaya hicap duyduğumuz hadise ve olay sözleri ile tarihe geçmiştir. F.Betül Sayan Kaya’nın (2016) aile çevresine yönelik istihdam çalışmaları unutulmazlar arasındadır ve Çalışma ve Aile Bakanı Sayın Zehra Zümrüt Selçuk (2018) aileden sorumlu bakanlardır. Z.Zümrüt Selçuk göreve gelir gelmez kadın istihdamının % 41 şeklinde olacağını açıkladı. Erkek işsizliğin her geçen gün arttığı bir dönemde bu açıklama hayli ilginçti. Siyonizm’in planlarından biri de kadınları çalışma hayatının içine çekmek ve aile kurumunu pasivize ederek dünya nüfusunu kontrol altına almaktır. Kadınların annelik hakkını ellerinden almanın bir yolu da kadını çalışmaya mecbur ederek, iş hayatına itmektir. Kadının çalışacaksa eğer bu aileyi göz önünde bulundurup koruyarak, kontrollü bir şekilde olmalı.
Her alanda taklit edilen Batılılar bugün nereye varmıştır bakmak lazım. Nüfusu azalıyor ve giderek yaşlanıyor, aile kavramı kalmamış, tanımadık insanlara aile kurun diye teşvikler verilmesine rağmen ortada bir ilerleme de yok. Nesillerin çoğunun ana babası yok, kim olduğu da belli değil. Var olanlar da dağılmış. İnsan ilişkileri çıkara dayalı. Sosyal yardımlaşma yok. Hiçbir inanç değeri kalmamış. Batı’nın geldiği yer burası. Bizdeki mevcut toplumsal düşünce ve hayat tarzı devam ettiği takdirde takip edilen Batı’nın vardığı yer bizim için de aynı yer olacaktır.

KADIN VE ANNELİK

Kadın, fıtratı gereği annedir. Annelik şuuruna eren kadın güçlenecek ve toplumun yıkılan kısımlarını yeniden inşa edecektir. Fertleri yetiştirecek olanlar annelerdir. Bugün kadına verilen pozitif ayrımcılık kadını kanun önünde güçlü kılsa da toplum nezdindeki yerini değiştirmediği gibi az da olsa var olan dengeyi bozmaktadır.
Hayatımızda kullandığımız kelime ve kavramlardan başlayarak eğitim ve öğretimde kendi kavramlarımıza dönmeye mecburuz. Kendi değerlerimizi bilmeye ve korumaya çok ihtiyacımız var. İyi birer fert, iyi birer aile ve sağlam bir toplum olmanın yolu güçlü annelerin varlığıyla mümkündür. Anneye bu gücü verecek olan şey inanç değerlerimiz ve her kesimin elbirliğiyle vereceği katkıdır.
Bugün toplumu oluşturan kesimler şapkasını önüne koyup düşünmelidir.
Bu gidişle on yıl, otuz yıl, elli yıl sonra ne olacağız, olacak mıyız ya da yok mu olacağız diye! Toplumun önünde olan sivil toplum kuruluşları, din âlimleri, kanaat önderleri, akademisyenler, yazarlar, şairler, programcılar ve siyasiler toplumun yeniden inşası için öncelikle insanı yetiştirecek olan kadının iyileştirilip iyi bir anne olabilmesinin yollarını aramaları lazım.

AİLE BAKANLIĞI SERÜVENİ

Hatırlayacaksınız; bir zamanlar bu ülkede Aile Bakanlığı vardı. Peki ne oldu da bu bakanlık buharlaştı? Aileyi temel alan kurumsal düzenlemeler aile odaklı sorunlardaki artışla birlikte önem kazanmıştır.  q Batı Avrupa ülkelerinde İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra aile alanında hizmet veren kurumların ortaya çıktı. Aile kurumuna pek çok atıfla birlikte Anayasamızın 41. maddesi “Ailenin korunması” başlığı altında şu hükümleri getirmiştir; “Aile, Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.” Bu madde ile aile alanında çalışacak bir kurumun oluşturulması gereğinin, en temel yasa olan Anayasamızda özellikle belirtildiği görülmektedir. O zaman kurumsal olarak aile alanında hangi adımlar atıldı, bakalım mı;

*29 Aralık 1989 tarihinde 396 sayılı kanun hükmünde kararname ile Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı kuruldu.

* İlk kurumsal düzenleme olarak bu kuruluş gerekçesini Anayasa’nın söz konusu amir hükmünden almaktaydı.

* Söz konusu kurum, 13.11.2004 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5256 sayılı Teşkilat Kanunu ile Başbakanlık’a bağlı bir genel müdürlük olarak yeniden yapılandırıldı.

* Genel müdürlük olarak kamusal faaliyetini sürdüren kurum, 08.06.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yeni kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı  Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyetlerini sürdürmeye başladı.

* Bu gelişmeden de anlaşılacağı üzere ‘aile’ konusu, bakanlık düzeyinde temsil edilmeye başlandı.

* Ve son olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi çerçevesinde bu bakanlık ortadan kaldırıldı ve T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı adını aldı.