“Batı” kelimesi, aslında tıpkı doğu gibi coğrafi bir olguya işaret eder görünmekle birlikte, düşünce ve değerler (kültürel, uygarlık gibi) alanında kullanıldığında, anlam ve muhteva karışıklığına uğramaktadır. Burada, somut bir olguyu, coğrafyayı ifade ederken, soyut ve aynı zamanda sembolik bir içerik genişliği kazanması ya da kazandırılması, kaçınılmaz olarak karışıklığın ortaya çıkmasına zemin oluşturduğu söylenebilir. Bu karışıklığın ortaya çıkmasına zemin oluşturan etmenlerin başında, gerek coğrafi anlamı, gerekse sembolik içerik kazandırılma aracı olarak “batı” kelimesinin ortaya sürülmesi olmuştur. Aynı zamanda “batı” kelimesinin eş anlamı veya eş değeri olarak “Avrupa” (Europa) söylencesi (mythology)’nin kurgulanması devreye sokulmuştur. Bizzat söylence, kaynağı olarak atıfta bulunulan Grek kültünde bir hayli bulanık ve sonradan kurgulanmış bir olay olarak görülmektedir. Çünkü Tanrı Zeus tarafından güzelliği ve alımlılığı dolayısıyla kaçırılan “Europa”, coğrafya itibariyle, modern dönemin bir kavramı olan Avrupa sınırları içerisinde değil, Filistin bölgesine aittir. Tıpkı Hıristiyanlığın bu bölgeye ait olduğu gibi.
***
Somut olguyu içermekle birlikte coğrafya değişken niteliğe sahiptir. Tıpkı astronomide gök cisimlerinin ve gezegenlerin yer ve yörüngesi nasıl “rasıt”ın (gözlemcinin) konumuna göre değişkenlik gösterirse, coğrafya da bir anlamda öyledir. Ama insan ya da bilim adamı, hayatını ve faaliyetini sürdürebilmek için birtakım kurgulanmış sabitelere, temel önermelere ihtiyaç duyar, başvurur. Buna zorunludur da.
***
Çoğunlukla “batı” denildiğinde, “Avrupa”yı anlıyoruz. Oysa düşünce ve uygarlık itibariyle, ayrıntısına girmeden, “Batı” daha geniş, bir o kadar da tartışma kaldırır niteliktedir. Bir defa “Avrupa” düşünce ve uygarlığının kökeni ve kaynağı, Nietzsche’nin ısrarla ve biraz da öfkeyle vurguladığı üzere “Avrupa” değildir. Aynı şekilde “Batı” da “Avrupa” ile özdeş bir mahiyet ve anlama denk düşmez. Çünkü, “Avrupa” ya da “Batı” denilen kimliğin düşünce, felsefe, aynı zamanda bilim, dolayısıyla uygarlık kökeni Anadolu’da yer alır.
***
Bu çerçevede meseleye yaklaşılmadığı takdirde bir gölge-gerçekliğini temel alarak akıl yürütmede, değerlendirmede ve yargıda bulunmaktan kurtulunamaz. Aslında “Batı” ve “Avrupa” diyerek eleştiride, ilençte bulunulduğunda, ona, belki de hak etmediği ve sahip olmadığı bir kimlik ve karakter yüklenmiş olunmuyor mu? Bu türden bir yaklaşım, ister istemez bu yaklaşımda bulunanın emeğini, enerjisini adeta kendi besini haline dönüştürmüyor mu?
***
Kuşkusuz, kuramsal bakımdan tartışmaya açık sorunları bir çırpıda çözüme bağlama beklentisi yanıltıcı olabilir. Özellikle de tarihi, siyasi ve toplumsal sorunlar çok yönlüdür, çoğunlukla da kesin yargıya bağlanılmaları oldukça güçtür. Birtakım genellemeler yapılarak, bunlar içinde en makul ve mantıklı olanları birer önerme kabilinden değerlendirilip kabul edilebilir. Böylece, karşılaşılan olaylara, sorunlara karşı belirli bir yaklaşımla tavır alınabilir. Fakat bütün bunlar yapılmadan önce kendi imkân, güç ve yeteneğine bakılması, bunların sınanarak verimli hale dönüştürülmesi gerekir. Bu bağlamda, biz müslümanların öncelikle bir özeleştiri yolu ve yöntemi bulmaya fazlasıyla ihtiyacımız vardır, denebilir. Buna bağlı olarak, imkan, güç ve yeteneklerimizin (maddi, manevi) gerçekçi bir biçimde tespit edilmesi, kendi içinde tasnife tabi tutulması, öncelik ve sonralık sırlamasının doğru bir şekilde belirlenmesi gerekir. Bunun için bilgi, bilim, sanat, düşünce ve felsefe dağarcığına başvurularak işe koyulunması herhalde yabana atılmamalıdır. Aksi takdirde, mesela Batı ya da Avrupa, daha özelde Amerika veya Rusya ikileminden başkaldırıp asıl ve kalıcı olana emek ve enerjimiz kalmayabilir.