Türkiye yaklaşık 3-4 yıldır yoğun bir şekilde başkanlık
sistemini tartışıyor. Ana muhalefet liderinin kan kokan açıklamasından sonra,
tartışma daha da farklı bir noktaya taşınmış oldu. Her zaman olduğu gibi, bu
konuyu da gerektiği gibi konuşamıyoruz. Herkes peşinden gittiği kişinin baktığı
çerçeveye kendisini kilitlemiş durumda. Bazen Amerikan tipi başkanlığı
konuşuyoruz. Bazen Fransa daki yarı başkanlığın bize daha uygun olacağı
kanaatine varıyoruz. Bazen de Meksika tipi, Türk tipi başkanlık sistemi gibi
sonuç alınması imkânsız ve anlamsız bir tartışmaların içinde zaman
kaybediyoruz.
Tartışmanın ilk dönemlerinde gayet iyi hatırlanacağı
gibi, başkanlık sistemi eyalet sistemi
ile birlikte takdim edilmişti. Hatta iktidar yetkilileri, Osmanlı daki bölgesel
yapılanmalara atıfta bulunarak, Kürdistan , Lazistan gibi tartışmaların
fitilini ateşlemişlerdi. Böyle bir tartışmayı Ortadoğu daki istikrarsızlık ve
BOP ile birlikte değerlendirenler, eyalet tartışmalarının bölünmeyi de
beraberinde getireceği gibi bir endişe ile buna karşı çıktılar. Elbette haksız
değillerdi. Irak ın üçe bölündüğü, Suriye nin parçalandığı bir Ortadoğu
coğrafyasının kapı komşusu olan Türkiye de, böylesine radikal bir değişiklik,
öngörülemeyen yeni sorunları beraberinde getirebilirdi.
AK Parti iktidarının en büyük özelliği, aynı tartışmada
birbirine zıt iki konuyu aynı istek ve heyecanla savunabilmesidir. Ergenekon
sürecinde yaşananlar, paralel konusundaki zikzaklar, dış politikadaki açmazlar
gibi birçok örnekte herkes bunu rahatlıkla görebilir. 400 vekil ver, Çözüm
Süreci devam etsin. 400 vekil ver, Çözüm Süreci buzdolabında kalsın. Yani
karmakarışık bir zihin ve rotası belli olmayan bir yol haritası.
Bu durumu bir kaç soru ile ortaya koyalım. Ancak konuyu,
7 Haziran dan önce ve 7 Haziran dan sonra diye ayırmak daha isabetli olur.
İlk etapta 7 Haziran öncesine bakalım.
1- AK Parti, Çözüm Süreci nde eyalet sistemini
dillendirirken, başkanlık sistemini terör ve güneydoğu sorununun çözüme
kavuşması için bir adım olarak takdim etmedi mi
2- Bu süreçte 400 vekil vurgusunun temelinde, analar
ağlamasın söyleminin etkisi belirleyici değil miydi
3- Açılım sürecinde Habur vesair görüntülerin ortaya
çıkmasına izin verilirken, ana hedefte bölge halkının başkanlık sistemine olan
bakışını sağlama almak yok muydu
4- 28 Şubat 2015 Dolmabahçe Mutabakatı , başkanlık için
bir altyapı oluşturma girişimi değil miydi
5- Nevruz toplantılarında, Abdullah Öcalan ın
mesajlarının toplanan kalabalığa, çoşkuyla aktarılmasına kim izin verdi
6- Çözüm sürecinde, örgüte katılımların daha da arttığına
dair istihbarat raporlarına ve şehirlerin silah deposuna dönüştürüldüğü
bilgilerine rağmen kim kulağının üstüne yattı Neden bu bilgileri dikkate
almadı
Bütün bunlara göz yumulurken gerekçe, başkanlık sistemine
giden yolda toplumsal mutabakatı en üst düzeye taşımaktı. 7 Haziran daki
seçim sonuçlarıyla beraber büyü bozuldu. AK Parti nin birden bire aklı başına
geliverdi. Aldatıldık, süreçte hata yapmışız diyerek çark etme yolunu seçti.
Şimdi de 7 Haziran sonrasına bakalım.
1- Başkanlık sistemi şahısların değil, Türkiye nin
ihtiyacıdır denirken, son yaşanan iktidar partisinin kongre kararı sürecinde,
Başbakan a görevden el çektirilmesi meselesini nasıl okumalıyız
2- 7 Haziran öncesi analar ağlamasın teziyle Çözüm
Süreci ne ve başkanlığa destek isteyen bir iktidarın yine aynı tezle, bu sefer
de buzdolabına konulan bir süreçte başkanlık sistemine destek istemesi tezat
değil mi
3- Özellikle Abdullah Gül ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden
sonra, yani yaklaşık 10 yıldan bugüne, bu iktidarın isteyip de yapamadığı
başlıklar var mı, varsa nelerdir
Bütün bunlara rağmen Başkanlık elbette tartışılabilir.
Parlamenter sistem her şeyiyle en iyisidir demek ne kadar yanlış ise, başkanlık
en kötü modeldir demek de o kadar yanlıştır. Kafası bu kadar karışık olan bir
iktidarın, bugün söylediklerinin aksini yarın söylemeyeceğinden nasıl emin
olacağız Sürekli kendi kendisini reddeden bir iktidar, çok rahatlıkla bugün
söylediklerini de kabul etmeyebilir. Bu mantıkla, bu tartışma zemininde
Başkanlık Sistemi bütün dertlerin ilacıdır diye takdim etmek, olsa olsa
milletin algılarına bombardıman yapmaktır.