Başkanlarına beraat belgesi alamayanlar

Abone Ol

Yaklaşan bir seçim varsa, oy pusulasına adını yazdıran partilerin vaadleri de vardır. Kimi parti fabrika yapan fabrikalar kurmak için oy isterken, kimi işçiye grev hakkının peşindedir. Kimi önce ahlâk maneviyat derken, kimi iki anahtar atmıştır seçmenin önüne.

Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz denir amma, vaadleri bir daha duymak için doldurulur meydanlar, salonlar...

İşte o meydanlarda çok duydu insanlarımız, Demirel’in “Gaza, tuza, beze zam yapmayacağız, ucuzluk getireceğiz” vaadini. Hem de hâlâ gazyağına mecburiyetini, kaput bezine ihtiyacını, tuza ve şekere hasretini hiç sorgulamadan. Demirel’in partisinin adı Adalet Partisi idi.

Adında Adalet kelimesi de olan bir partinin iktidarını yaşıyoruz yirmi yıla yakın bir zamandır. Adının diğer kelimesi “Kalkınma”yı adaletle sağlamış ve hatta o kelimelerin anlattıklarına ihtiyacı yahut ihtiyaç duymayı ortadan kaldırmış olmalı ki sorumluları vaadlerini, seçmenlerin “öbür dünya”larını düşünmeye ayarlamışlar oy peşine düştüklerinde.

Adı, internetin sorgu sitelerine yazıldığında birkaç diploması, birkaç dönem milletvekilliği ve birkaç hükümette de bakanlığı bulunan bir AKP insanı, Sivas ilimizin gençleriyle yaptığı bir toplantıda, adaylarına oy istemiş, vaadini karşılık göstererek...

Fabrikalar açamayacaklarını, yeni iş sahaları üretemeyeceklerini bildiklerinden, memur olmalarını kolaylaştırma sözü mü vermiş acaba? Hayır!

Bir AKP’li vekil ve bakanlıklarda bulunmuş bir politikacı sıfatlı İsmet Yılmaz, gençlerde oy isterken, ahiretleriyle ilgilendiklerine inandırmaya çalışmış onları.

O Sivaslı çocukların babalarının genç olduğu yıllarda, bir AP milletvekilinin söyledikleri kulaktan kulağa yayılırken, sayın İsmet Yılmaz’ı diplomalar peşinde olduğundan duymamış sayabiliriz.

Ziyaretine gelen hemşehrilerinin isteklerini karşılayamayacağını anladığında, mevzuyu ahiret hayatlarına kaydırmış, fıkralara konu olan o milletvekili.

“Bana dünya işleri için gelmeyin!”

Misafirlerin en genci, o birkaç saniyelik şaşkınlıktan sonra, ihtilalci medyanın çok sevdiği tabirle, tokat gibi cevap vermişti o taze mebusa.

“Siz, bizim ahiretimiz için ne yapabilirsiniz ki?”

Elbette devamı vardı o gencin cevabının ama, biz sadece ilk cümleyi aldık. Zira o soru, bir AKP yetkilisinin ağzından şimdi cevap buldu.

Alacakları oyları beraat belgesine dönüştüren yahut dönüşmesini sağlayan adaylarının olduğu iddialarındaydı geciken o cevap.

“(Aday adı)...’e vereceğiniz destek, ruz-ı mahşerde beraat belgelerinizden biri olacak...”

Seçmen gençliği böyle düşündüklerini ilan ettiklerinde, içlerinden birinin ayağa kalkıp bir soru yöneltmesini isterdim.

“Bu vaadiniz, bu seçime mahsus ise, sizin iktidarınızı, bizim de gençliğimizi yaşadığımız bu yıllarda aldığımız beraat belgelerimizin yetersiz kalacağına inanıyor olmalısınız ki, bir de sizin adayınıza oy vererek ilave yapmamızı istiyorsunuz? Ama neden?”

Bir başka delikanlıdan da şöyle bir soru beklenmez mi?

“Beraat belgelerinizden biri, vurgunuza göre, öncekileri sizin partinize oy verince mi almış sayılıyoruz.”

Salondaki gençlerin en zayıfı da mesela, icraatlarının sorgusu üzerinden cevap istemeliydi.

“Oy istediğiniz bu adayları da görevden aldığınızda, bizim beraat belgelerimizin geçerliliğinden hâlâ emin olacak mıyız?”

Belki de duyduklarının şokundan kurtulamadıklarındandır gençliğimizin oradaki sessiz duruşu...

Olay medyaya yansıdığında, iddia sahipleri sadece düşündüklerinde ısrarcı iken, ekranlar sahte tapu örnekleriyle kaplanıyordu.

İşte bu ana gelindiğinde, bizim yine bir beklentimiz oldu. Başkan adaylarından bir itiraz sesi yükselseydi ah...

“Bana verilecek destek, bu dünyada iken ihanet etmeden yapacağım hizmetlerimin karşılığı olacaktır. Sorumluluğumuz dünya hayatını ilgilendirmektedir. Cenaze defin ruhsatı haricinde, belediyelerimizde ahiret hayatıyla ilgili bir belge bulunmamaktadır.”

Halifelerimizden Hazreti Ömer’in (Allah onlardan razı olsun.) seslendirdiği “O listede ben de var mıyım” endişesinden, çocuklarının terbiye eğitimine yol bulan bir milletin insanları, gençlerini oylarının rengine göre düşünen ve onları beraat belgeleri koleksiyoncusu sanan politikacılardan kurtulma haklarını kullanacakları bir seçim bilmeli artık 31 Mart’ı.

Biz de düşüncelerimizi böyle açılarken, yandaş köşe katiplerine de bir yardımımız olsun isteriz.

Mesela, oy istenen propaganda konuşmalarında dahi “din” anlattıklarını iddia edebilirler yazılarında.

Ruz-ı mahşer, beraat kelimeleriyle insanlara kıyamet gününü hatırlatmalarının, geçmişte yaşanan risale okurken yakalandılar, zikir çekerken gözaltına alındılar haberlerine bir ödeşme harekatı sayılmalıdır, gibi üretimler gelmeliydi akıllarına.

Zira gelen Mart ayında bir soğuk vurabilir yüzlerine.

 

Zor adaylı kolay manifestolu

Önceki dört seçimi kazanmış ve şehirlerimizi muhalefetsiz yönetmiş bir parti, yeni bir seçime girerken ilan edeceği tek slogan vardı: Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır.

Yaptıklarına, başkanlarına, belediye adamlarına güvenebilseydi Ak Parti, bir daha öyle yapmayacağız veznindeki cümlelerle doldurduğu bir manifestoya ihtiyacı hissetmezdi.

Maddelerine bir bakın o manifestonun. Hepsi de “ceğiz ve cağız” ekli fiillerle biten cümleler.

İhanet edilmiş İstanbul’u kurtarmak için Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ı yeterli bulmuş olmalılar ki, İstanbul’u doğrudan gösteren bir manifesto maddesi yok.

Geneli ise o maddelerin, yapamamanın itirafını, yapacağız umuduna umutsuzca taşımak gibi okunmakta.

Biz söylemiş olalım.

 

Maksat: Klima faturası ödetmek mi?

Milliyet yazarı Talat Atilla, Hayrünnisa Gül’ün, “Abdullah Bey arabadan her indiğinde sarhoş gibi oluyor. Araba hareket ettiğinde içeriye sanki zehirli gaz veriliyor. Eşimi öldürmek isteyenler olabilir! Abdullah Bey böyle şeyleri pek umursamaz. Bu yüzden beyefendiye söylemeden arabaya iyice baktırın! Nedir bu koku?” dediğini iddia etti. Yeni parti kuracak umuduyla gündemde tutulmaya çalışılan Abdullah Gül haberlerinden bir parçasını aynen aldık buraya. Sonra olanların neler olduğuna geçmeden, bu kısım ile ilgili sorularımız olacak.

Hanımefendi Gül’ün, eşini “Arabadan her indiğinde sarhoş gibi” şeklinde anlatması, sarhoşların hallerine vurgunun yanında, nelere katlandığının bilinmesini istemeyi de ihtiva ediyor gibi.

“İçeriye zehirli gaz veriliyor” şüphesinin ise başka tanıkları nerededir? Şoför ve koruma memurunun etkilenmeleri ve onların da evlerine sarhoş gibi dönmelerinin görenleri olmalı.

Hanımefendi Gül’ün, eşimi öldürmek istiyorlar feryadından sonra, sayın Gül’ün makam aracının kliması kontrol ettirilir ve bozuk olduğu anlaşılınca da tamir ettirililir.

Ayrıntıları düşünülmeden üretilmiş gibi duran bu Abdullah Gül ve eşi haberinin nasıl sonlandırılmak istendiğine de bakmak gerek.

“Bu arada Abdullah Gül’ün cebinden ödediği klimanın faturası, danışmanları tarafından geri ödenmesi için Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne gönderilir ama... ‘Anlaşmalı olmadığımız bir yerde yapılan tamirat ücretlerini ödememiz mümkün değil’ yanıtı verilir.”

Abdullah Gül’ün cebinden ödeme yapması anlatımı, tahsisatının kesilmesi iddiasını duyurmak maksatlı ise, faturanın gönderildiği makam olan Genel Sekreterliğin “Ödememiz mümkün değil” cevabı, kuvvetlendirici delil niteliğindedir.

Yayınladığı internet sitesinden kaldırılan bu haberin bir sonrasındaki haber ise sayın Abdullah Gül’ün ofisinden yapılan açıklamadır.

“Açıklamada ‘Rahatsız eden bir kokuyla ilgili servis değişikliği yapılmış ve tüm masraflar Cumhurbaşkanlığı’nca ödenmiştir’ denildi.”

2019 yılının Ocak ayının son günlerinde insanlarımıza onlarca kez “Vah, tüh” çektiren sayın Gül haberine son verilirken kullanılan son kelimeler, mutlu sonla biten Türk filmlerini hatırlattı.

“Tüm masraflar Cumhurbaşkanlığı’nca ödenmiştir!”

Haydi alkış!

 

Katiller bulunsun, cinayetler dursun

Gazetesi Milliyet, anma yazısında “Kırk yıldır karanlıkta” açıklamasını tekrar yapınca, 1 Şubat 1979’da katledilen Abdi İpekçi’nin o gecesini bizde yazmak istedik...

O geceyi, o gece hakkında öğrendiklerimin belgesine tekrar ulaştığımda, yazma sözü vererek anlatmak istiyorum.

Abdi İpekçi Yunan gazeteci heyetini Ankara’ya götürmüştür. Başbakan Bülent Ecevit’le görüşmeleri ve ülkenin geleceği üzerine fikir alışverişleri sonraları da çok tanık tarafından yazılmıştır.

Basın hayatında, Bülent Ecevit’in amiri pozisyonunda bulunmuş Abdi İpekçi, o günlerin Ecevit hükümetinden hiç memnun değildir. Kanaatimiz bir: Yunan heyeti bir kamuflaj heyeti idi. İpekçi’nin maksadı Başbakan Ecevit’ten istifasını vermesini istemekti. Ecevit hayır demiş olmalıydı ki, Abdi İpekçi Milliyet ile muhalefete niyetlenmişti.

Uçakta Abdi İpekçi’nin yanında Sakıp Sabancı vardır ve İstanbul’a gelene kadar Abdi İpekçi’yi iknaya çalışmıştır. Bu bilgi sonraları kayboldu, yazılmadı. Kimse Sakıp Sabancı’yı bulup anlattırmadı, sormadı neler konuştuklarını.

Abdi İpekçi Milliyet’e gelir ve evi ile telefonla konuşur.

Kanaatimiz iki: Hedefte olduğundan bahsetmiş olmalıdır. Bu kanaatimize, evinin caddesinde uğradığı suikast anının anlatılmasından varmıştık.

Silah sesini duyan eşi, eyvah Abdi’yi vurdular! çığlığını atmıştır.

O günün İstanbul’unda cadde ve sokaklarda silah seslerinin her an duyulma imkanı varken, bayan İpekçi’nin o halinin bir yerde bir kerelik aktarılması, dikkatimizi çekmişti bizim.

Olaydan hemen sonra, İstanbul emniyetinin İstanbul’un her yerinde deri ceketli katil aramaya çıkması ve bulduğu olağan şüphelileri nezarete atması ve bir kaç gün bırakmaması... Yorumlarımızı kuvvetlendiren delillerdendi.

Katil diye yakalanan Ağca’nın tv kameraları karşısında “Ben öldürdüm” itirafını inandırıcı bulmayan gazeteciler Ergun Göze gibi, köşelerinde yazmıştılar.

Ecevit’in vefatından sonraki bir tv programına çıkan kızı, katili istiyorum dediğinde, bu arzusunu hayattayken neden Ecevit’ten istemediğini bir biz yazmıştık burada.

Abdi İpekçi cinayetinin aydınlatılmasını engelleyen ne varsa, artık önemsizleşmeli ve gerçekler bilinmelidir.

Ecevit hükümeti başarılı bir hükümet olsaydı... Abdi İpekçi o suiksate uğramazdı kanaatimizi bir kere daha yazmış olduk.