Düşüncelerim beynimi zonklatırken kendimi boşluğa bırakmamak için
afalladım bir anda. Hüzne boyun eğmişliğin acı sancılarına azimle karşı
koymam, yüreğimin sularını gözlerime aktarmak üzereydi. Güneşi özlemiş
ıslak topraktan farksızdı beynimdeki ıstırap numuneleri... Rüzgârın sert
taşlara şamar indirmesi gibiydi etrafımı temaşa edişim.
Baharların karakışlara dönüşmesi insan yaşantısında; semalarıma
şimşeklerin çakışına yeter de artardı bile... Kişinin kendi öz benliğine
dönmesi, ateşin deriyi yakıp kemiğe inmesinden farksızdı bana göre;
yaşanılan hadiselerin eşliğinde...
Kuşların gökyüzünü taraması gibi tarıyordum kendi benliğimi, hasret
ateşine yanarcasına içimdeki sevgilinin... Gözlerim takılıyordu
merkezcil bir noktada, asılıyordum kendi bakışlarıma var gücümle ve
ardından bütün azalarım çığlıklar savuruyordu hücrelerime.
Baharın içinde; olmayan bir baharı düşünüyordum.
Niçin baharlar bahar olmuyor
Taşlaşan yüreklere kezzaplar dökercesine yeşile dönüşen tabiat
ruhuna, niçin talip olunmuyor ve niçin bakışlar bahar, bahar bakışlar
olmuyor
Bu sorular içimi kemirirken, damarlarımın etrafına halkalar saçarak
ruhumda yağan yağmurun seyrine kapılmışım farkında olmadan...
Ümitlerin denize atılıp hayallerin yavan demirlere perçinlendiği bir
günün karaltısına yaklaşır gibiyim. Ufuklar karanlık düşüncelerin aynası
olup parlıyor arzda. Damlalar yavanlaşıyor insanların üzerinde. Bahara
kucak açan çiçekler birden asıklaşıyor bulunduğu mezrada.
Güller kanıyor...
Ah o güller...
Yürekleri buğulaştırarak sevgi tüten damarlara efkâr bulutları saran o güller.
Sevginin ifadesi olarak candan sunulan, heyecanın mor zirvesinde
cümbüşleşen titrek ellerle, "yüreği incinmesin"ce uzatılan o güller.
Dumanlar yükseliyor dağlarımdan, içimde akisler yaparak kırmızılaşıyor hendeseler ırmağına doğru.
Bir düş beliriyor gözümde, baktığım her yerde aynı sözler yankılanıyor sonra: Niçin baharlar bahar olmuyor
Kurgular dünyasına laçka reçeteler sunan doktorlar, niçin baharı bahar tedavisi etmiyorlar
*
Dağları deler de ruhumdaki maviliğin şamarı, kendi ellerimin
gücündeki resme hamledemez. Bir kuş olup uçacakken tartılır
gözbebeklerim derelerde. Otlar kurtlanır yeşilliğiyle damarlarımın
üzerinde. Hafif rüzgârlar bile oynaşır tırnaklarıyla gövdemde, çirkine
güzel demememin en can alıcı noktamdaki huzmeleri gerginleşir. Kırılır
birden buzlar... Nuhun tufanına rastlamaktansa öylece... Kalır dudaklar
bükülerek.
Koskoca okyanusun ilk adımlarını atıyordum...
Birden bir ses çavması beynimden dudaklarıma doğru hızlandı. Niçin baharlar... Ve yarıda kaldı söz.
Şakaklarımda inceden bir çığır oluşturmuştu gözyaşı yağmurları. Esrarengiz bulutların gizemlerine saklanıyordum öylece.
Mavi tülbentle örtülü gökyüzü sırrını ele veriyordu güneşle.
Hıçkırıklar düğümlenirken, tepemdeki sisin içinden tekrar bir daha
manevra yapıyordu yürek sularım. Sarp kayalıklarla boğuşuyordu
kirpiklerim.
Bir masal anlatıyordum kendime.
Yemyeşil ovaları, dereleri, suları; insanları yemyeşil olan bir baharı özetliyorum yürek burkuntumla...
Ve ardından özlemini duyduğum günlerin bağını çözüyorum.
Yüreği yemyeşil insan olmak cümlesindeki emarelere nüfuz etmenin ecel terlerini döküyorum ve var gücümle soruyorum.
Niçin gülücük yüzlü çocuklar baharla oynamıyor
Ve niçin baharlar bahar olmuyor
Not: Bu deneme, eski yazı notlarımı karıştırırken
onların arasından çıktı. 1996 yılında yani 19 yaşımdayken yazmışım.
Evet, geçmişim de benimdir.