BAĞLANMA VE TAPINMA DUYGUSU

Abone Ol

Yakın zamanda yaşanmakta olan durumların Müslümanları hangi sonuçlara götürdüğünü üzülerek yaşadık. Kimi insanların, liderlere, toplum önderlerine, tarikat şeyhlerine aşırı bağlanmanın, fanatizme götürdüğünü ve kör bir sevgiyle bağlandığını gördük ve görüyoruz. Bir vaiz olan birine yüklenen aşırı maneviliğin tapınma ötesine götürdüğünü yaşadık ve yaşıyoruz. Bu, sadece bir kişi ile sınırlı değil. Genel anlamda böyle bir tutum var ne yazık ki?

İslâm düşünce ev geleneğinde, peygambere, arkadaşlarına hesap soran Müslümanları nedense hiç mi hiç aklımıza getirmiyoruz. Kaldı ki bunu kendileri istiyorlar. Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’in ilk biat hutbelerinde Müslümanlara olan uyarısı budur. Yanlışımızı gördüğünüz anda bizi kılıçla düzeltin diye. Kılıç keskin ve etkili bir nesne.

Sıradan bir insanın, bir vaizin, kimi çevrelerce filozof ve bilge tanımlaması bir çıkara dayalıdır. Oxford’dan bize gelen İngiliz bir bayan bilim insanı, bir Prof.un bana sorduğu “Fethullah Gülen filozof mudur?” İlginç ve tuhaf bir soruydu bu. O zaman o kişi adına düzenlenen uluslararası bir sempozyum için tebliğ hazırlıyordu. Daha dar çevrelerde ise Peygamberden sonra gelen bir tip olarak algılandı ve anlatıldı. Tabandaki gençler üzerinde manevi bir baskı oluşturmak ve bağlanmak için de kurgulanmış oyunlar sahnelendi. Öğrenciler evlere götürüldüğünde, gece orada tutulduğunda, gece uyurken üstleri açıldığında, ablalar ya da ağabeyler tarafından üstleri örtülürken, sabahleyin hoca efendi gece sizin üstünüzü örttü yalanını söyleyebiliyor ve gencecik insanları inandırıyorlardı. İnanan inanıyordu. Gece ışıkları yakıp söndürme oyunları gibi basit yöntemlere başvuruyorlardı. Bu insanlar hem çıkar, hem gelecek hem de manevi bir baskı altında tutuluyordu. Bunlara itibar etmeyenler dışlanıyorlardı.

Siyasal anlamda da insanların aşırı ve duygusal bağlılıkları insanları kör ve sağır ediyor. Lideri dokunulmaz kılıyor. Yanlışını görmüyor. Hallerine olağanüstülükler vehmediyor. Bundandır ki bu bağlanış aşırılıklara götürüyor. İnsanlara düşünme, kritik etme ve sorgulama fırsatı bırakmıyor.

Medya üzerinden sürekli şovvari gösterilerde bulunan hocaların konuşma toplamları bir araya getirilse, devşirilse nasıl inişli çıkışlı, nasıl zikzaklı olduğu görülür. Üstelik bunlar kitleleri manevi yönlendirme çabası içindedirler. Kendileriyle çeliştiklerini bile bile yapıyorlar.

Bu psikolojik ortam ve süreçte, insanlar sürü konumundadırlar. Yanlışı görme, kritik etme yeteneği ve gücü köreliyor.

Özellikle gerek siyasal ve gerekse başka alanlardaki yanlışların, hataların üzerine örtme çabasına da manevilik yükleniyor. En ağır yanlışlara bile “bunda bir hayır var” duygusu egemen kılınıyor. Lider, şeyh, hoca yanlış yapmaz duygusu ağır basıyor. Böyle olunca da sağlıklı bir ortamdan yoksun kalınıyor.

Müslümanların, önüne geçen, kimi yetenekler kitleleri peşinden sürükleyebiliyor. İnsanların boşlukları çok rahat dolduruluyor ve etkin olunuyor. Müslümanlar bu durumda ne yazık ki edilgindirler. Her günün muhasebesini yapan Allah’a hesap veren, tövbe eden bir insanın hem kendini hem de başkalarını sorgulama gibi özelliği yitmiş oluyor bu süreçte.

Müslümanlar büyük bir boşlukta. İş bilen, zeki, kurnaz, çıkarcılar bu boşluklardan iyi yararlanıyorlar. Zamanla zararları ve sonuçları ortaya çıkıyor ama iş işten geçiyor.

Bağlanma duygusu öyle bir körlüğe neden oluyor ki, ne yapılırsa yapılsın, o insanları ikna etmek, inandırmak mümkün olmuyor. Körü körüne bağlanış bir tapınmadır. Bu siyasal anlamda da manevi anlamda da böyledir.

İşini tuhafı bu kadar kerli ferli bilim adamlarının, profesörlerin, kocaman adamların bu gibi insanların peşinden sürükleniyor olmalarıdır. Bu, sadece söz konusu vaiz için değil bütünü için geçerli bir durumdur. Ve bu tanımlanamaz bir körlük, bir sağırlık ve vahim bir hastalıktır. Bunun başka izahı yoktur. İster buna çıkar densin ister başka bir şey hiç fark etmiyor.