Eskiden “İş işten geçtikten sonra” mânâsına “Ba’deharâbi’l Basra”, yani “Basra yıkıldıktan, harap olduktan sonra” tâbiri kullanılırdı. Günümüzün İngiltere’si, Amerika’sı, İsrail’i, Rus’u, Çin’i gibi, bir zamanlar Moğollar vardı. Yaklaşık 750 İslâm şehrini târumar etmişlerdi. Tıpkı günümüzde olduğu gibi, uzak bir beldedeki İslâm şehri Moğollar tarafından istilâ edildiğinde, uzaktaki Müslümanlar; “Moğollar buraya nasıl gelecek, bana ne!” demiş, kardeşlerinin figânınabîgâne kalmış, ancak çok geçmeden o zulüm alevi kendi bacalarını da tutuşturmuş, işte o vakit uyanmışlar, dizlerini dövmüşler, ama iş işten geçtikten sonra, yani Basra, Bağdat, Buhara gibi mâmur beldeler viran olduktan sonra…
Günümüzde de durum aynı. Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Bosna viran edildi, çıt yok. Afganistan işgal edildi, çıt yok. Irak harâbeye çevrildi, çıt yok. Çeçenistan’da on binlerce Müslüman şehit edildi, ses-sadâ yok. Doğu Türkistan’da Müslümanlar hunharca katledildi, tıs yok. Libya kan gölüne çevrildi, herkes dut yemiş bülbül. Ya şu Suriye’ye ne demeli?... Dünyanın gözü önünde cereyan eden şu vahşete, şu hunharlığa, şu gaddarlığa bakın. Hâlâ kimsede çıt yok. Bu durum karşısında aklıma, Mehmet Âkif merhumun Balkan Harbi yıllarında yazdığı, “Tükürün!” şiiri geliyor. Lütfen o şiiri Suriye’de olup bitenlere bakarak bir kere daha dikkatlice okuyun…
İnsanlık ve İslâm alemi büyük bir imtihan veriyor. Bu zulümlere seyirci kalan, seyirci kalan idarecilere sessiz kalan herkes suçlu. Bir-LEŞ- mişMilletler’miş… Adı gibi, leş gibi hissiz. Başlarında İngilizler var. Amerika, Fransa kölesi, Rusya, Çin, uşağı… Gel de bundan medet bekle…
Rusya, sembolü gibi, tam bir ayı. Haleb’i vuruyor, ha vuruyor. Zâlim ahmak. Bu zulmün sonunda kahr ile berbâd olacağını görmüyor.
İngiltere, Amerika ve en az iki düzine yoldaşları, İslâm ülkelerine, “Size demokrasi getirdik!” diye giriyor. Irak’a böyle girdi, tablo ortada. Libya’ya böyle girdi, tablo ortada. Suriye’ye böyle girdi, tablo ortada. Demokrasiniz başınızı yesin! Sizin dilinizdeki demokrasi, ölüm demek, yıkım demek, kan demek, gözyaşı demek. Katliâm demek, hunharlık demek…
Sözüm, vicdanı olmayan kâfirlere değil, sözüm ona Müslümanlara… Hım hım, mızmız, korkak, ödlek, uysal koyun haline gelmiş Müslümanlara… Hacca, umreye gidenlerin ortak kanaati şu: Malezyalı, Endonezyalı hacılar, ne kadar uysal, ne kadar mülayim, kuzu gibiler!.. Bana ne kuzudan! Burunlarının dibindeki Arakan’lı Müslümanlar Uhdud Ashabına yapılanlar gibi diri diri ateşe atılıp yakılırken, derileri soyulurken, bebeleri çiğnenirken, kadınların ırzına geçilirken durup seyredenlerin gözümde beş paralık ehemmiyeti yok. Milyonlarca insan, Arakan’daki vahşeti protesto etmiş. O mazlumlara ne faydası var? Onun yerine bizim Bordo bereliler gibi, bin askerlerini gönderselerdi, olmaz mıydı? Yok Bir-LEŞ miş Milletler ne der? Yok şu ne der, yok bu ne der?... Bu zulme seyirci kalan herkesin canı Cehenneme!... Amerika’nın, Rusya’nın, İngiltere’nin, İsrail’in, Fransa’nın, Almanya’nın Suriye’de ne işi var?.. Ey Malezyalı, Endonezyalı idareciler, daha ne duruyorsunuz? Eski adıyla Burma, yeni adıyla Myanmar, ya da Arakan’daki Müslümanlara en yakın sizsiniz…
Bütün bu hâdiseler, aslında bir doğum sancısı. Sonunda bütün Müslümanlar gözünü dört açacak, “Birleşik İslâm Devletleri” olmanın lüzumunu kavrayacak. Kur’ân’ın hâkimiyetinde tek vücud olacak. Kâfirlerle, zâlimlerle kol kola olanları reddedecek. İşte o zaman, tıpkı Osmanlı Akıncıları gibi, bin kişilik “İslâm Âcil Müdahale Gücü” zâlimlere yeter. Nerede Müslümanlara karşı bir zulüm varsa, o kuvvet oraya koşar ve Allah’ın izniyle zâlimlerin gözünün üstüne yumruğu yapıştırıp yere serer.
Kavlî ve fiilî duâ edeceksek, elimizi çabuk tutalım. Asırlar sonra aynı yanlışlığa düşmeyelim. “Ba’deharâbi’l Halep” demeyelim.