Muhtemelen bu başlığı daha önce de yazıma isim vermiş olabilirim.
Fakat bu başlıktan daha iyi anlatabilecek bir başkasını bulamadım.
Hani hikâye bazen gelir sizi bulur.
Önceki gün de öyle oldu.
Üsküdar otobüsünde ayakta yolculuk yaparken yanımdaki koltukta oturan genç kız, saygılı biçimde, “Oturmak ister misiniz” dedi.
“Hayır, yavrum” dedim, delikanlılar yer verse kabul ediyorum da genç kızların yer teklifini kabul etmiyorum.
Fakat az sonra yanındaki yolcu inince oturdum, kıza teşekkür ettim.
Kulağında kulaklık, başında şapkası fakat gözlerine sinen bir hüzün vardı sanki yaşının kaldıramayacağı bir dramı yaşadığı her halinden belli olmakta idi.
Okuyor musun diye sorduğumda, konuşmaya çok ihtiyacı varmış refleksi ile kulaklıklarını çıkarıp üniversitesini, bölümünü aktardı. Tebrik ettim.
“İnsanlar bırakmıyorlar ki okuyup bir yerlere gelelim” dedi, neden dediğimde, “En yakınındakiler köstek olmakta abla” dedi.
En yakınındakiler derken aile, akraba, arkadaş çevresi mi, dedim.
Aile, dedi.
“Babam o kadar bezdirdi ki beni, her lafın başı kızlar onu yapamaz, kızlar dışarı çıkamaz, eve geç gelemez.”
“Elbette biraz engellemiş seni ama yarın senin de çocuğun olunca sen de evladının can emniyetinden endişe edeceksin, bu çok normal” diye ekledim.
Kızın kara gözlerindeki keder gittikçe arttı;
“Babam daha 45’inde, aslında genç bir baba ama eğitimsiz, törelerle çocuk yetiştirmeye çalışmakta, o törelerin de dinden kaynaklandığını sanmakta, evde her gün kavga, anneme şiddet, bize dayak, kardeşlerime hakaret; dayanamadım abla, evi terk ettim şimdi arkadaşımla yaşamaktayım.”
Fakat ailen mahvolmuştur, neden böyle bir şey yaptın, annen üzüntüden yataklara düşmüştür.
“Sadece babamla görüşmüyorum abla, annemle kardeşlerimle görüşüyorum hatta bugün karne günü, gittim kardeşlerimin karnesini aldım onlarla pastanede oturduk, birinin psikolojik sorunları var ona umut verdim yarınların çok güzel olacağını anlattım. Engelli kardeşim yüzünden annem okullarına gidememekte, ben devamlı yanlarına gidip ilgileniyorum.”
Aslında genç kız sorumluluk sahibi, iyi niyetli, aklı başında bir kişi fakat babanın gereksiz sert tartışmaları aileyi bölmüş.
Kız, fazla da ailesinden uzağa gitmeden onlara yakın bir muhitte arkadaşı ile annesinin yaşadığı eve yerleşmiş, masraflara katkı için part time bir işe girmiş çalışmakta, hem de okumakta, kardeşlerine yardım etmekte.
Fakat Doğu Anadolu’nun kimi törelerini din gibi algılayan baba ile çatışmaya girmiş, “Aslında ortada öyle vahim bir ayrışma yok, taraflar biraz daha hoşgörü ile bu meseleyi çözebilirsiniz, istersen sen evine dön, baban da üzülmüştür evladından ayrıldığı için” dedim.
Kız kararlı idi: “Yok abla böyle çok daha iyiyim her gün kavga, her gün hakaret, gözümün önünde annemin dayak yemesi, deli dana gibi bağıran babamın sesi, bazen rüyamda duyuyorum o sesi, korkuyla uyanıyorum, yine mi kavga var, bakıyorum düşmüş, çok şükür o evde değilim, deyip başımı huzurla yastığa bırakıyorum, çok yoruldum abla.”
Artık söyleyecek söz kalmamıştı, son olarak; “Keşke babanla konuşma imkânım olsaydı” dedim, kız kulaklıklarını tekrar taktı artık beni duyması imkânsızdı.
Belki yazıyı okuyan babalar birazcık düşünürler, o bağrışmaların genç kalpleri nasıl tamir edilemez şekilde yıkıp harap ettiğini.