Baba, bayram geliyor!

Abone Ol

– Baba, bayram geliyor!

İlkokula başlamanın eşiğinde olduğum o yaşımda duymuştum bu cümleyi.

– Baba, bayram geliyor!

Aklıma her gelişinde ya da her bayram öncesinde, hafızama kazınmış olan o sahne, gözlerimin ardındaki kuyularından kovalarla su çekmeye başlatır bana. O kuyularki bazen kovalara ihtiyaç duyurmadan taşırırken suyunu, bazen de en uzun ipli kovalara dahi ulaştırmaz kılar kendini. Bunları demem, herkes gibi’liğimi bir daha onaylatmaktan öte, gözleri ıslak milletimin, bir bayramı daha ıslanmış gözlerle karşılıyor karşılıyor olmasını kayda almak, tescillendirmek içindir.

– Baba, bayram geliyor!

Yaşıtım olan bir kız, bir bayram arefesinde vefat eden babasının cenazesi evlerinden çıkarılırken, böyle ağlıyordu.

– Baba, bayram geliyor!

Bayram geliyordu ve biz çocuklarının cesetleri başında ağlayan anaları babaları, anasının babasının cenazesi yanında duran, gözlerinin kuyuları kurumuş çocukları ekranlarda görüyorduk, gazetelerdeki resimlerinden tanıyorduk.

Sonra rakam oluyordu onlar, rakam olarak sunuyorlardı onları bize: Şu kadar çocuk öldü, şu kadar ana-baba öldü.

Takımı 1-0 yenilmiş ve fakat bayraklı arabasıyla şehir turuna çıkmış bir taraftara soruyorlar: Yenildiniz, ama sen sevinç turundasın Cevabı yabana atılır gibi değildir turcu taraftarın: 1-0 yenildik. 2-0 yenilmekten, 3-0 yenilmekten, 4-0 yenilmekten daha sevindirici değil mi bu durum

Bizi, neden bu taraftar tipiyle karıştırıyor birileri İstatistiğini yaptıkları rakamların ardından bir teselli mi aratmaktır bize niyetleri

Otorite, voltran, güç onlarda...

Ama ne zamandan beri

Şimdi sığındıkları yerden, çocukları ve ana-babaları katledenlerin, sığınacak yer aramadıkları günlerde içimizdelerken, dünyalıların içindelerken, ne kimsenin aklına onların otorite olduğu geliyordu, ne de onlar katil voltranı oluşturuyorlardı bir araya geldiklerinde.

İkinci Cihan Harbi’nin öncesi günlerden bahsediyorum. Yani daha akıllarına ve yüreklerine Hitler düşmemişken onların.

Burası Türkiye’dir. Türkiye’nin bir Yahudisinin oğlu Salamon’la ilişkisi resmedilmiş ve babanın nasihatları kayda alınmıştır. Bakınız ve okuyunuz. ( Bahis mevzuu karikatür mizanpaj gereği hemen yukarıdadır. NT)

Kendi çocuğuna, Salamon’una bir kuruş “harçlık” verirken elleri titreme nöbetine tutulan baba nerde bugün

Nasıl oldular da Filistinli çocukları katledecekleri o silahlara, bombalara milyar dolarlar veriyor oldular

Babasından bir kuruş çerez harçlığı alan Salamon’a kim bugün milyar dolarlar veriyor, Filistinlileri katledecekleri silahları almaları için Kimdir, onları öldürmede de otorite sayanlar

– Baba, bayram geliyor! Diyor bir çocuk, biz bunları, buraları hatırlarken.

Dünyanın Hitler’i tanımadığı 30’lu yılların sonlarına bir daha uzanalım. Çocuklar babalı bayramları beklerlerken...

Fıkramız başlıyor!

Hayır sahibi!

Mişonaçi, sokaktan geçerken, düşkün kılıklı bir kadınla, dört yaşında bir çocuğa rastgeldi. Çocuk hüngür- hüngür ağlıyordu.

Mişonaçi, acıdı, durdu ve kadına sordu:

— Neye ağlıyor bu, be

— Şuradaki fırının önünden geçerken simit istedi; param olmadığından alamadım, onun için ağlıyor.

Mişonaçilerin çocuklarla ilgilenme duyguları o yıllarda da varmış. Ağlayan çocuğa acıyan Mişonaçi ne yaptı, dersiniz

Mişonaçi cebinden bir lira çıkarıp kadına uzattı:

— Al şu parayi, yit bozdur, simit ilan beraber ust tarafini yetir.

Bir iki dakika sonra, kadın dua ederek geldi, bozuk parayı Mişonaçiye verdi. Çocuğun da yüzü gülüyordu...

Mişonaçi bunu niçin yaptı Salamon’una kuruş verirken titreyen Mişonaçi nasıl oluyordu da çocuğuna simit alamayan bir kadına bir lira veriyordu

Kendisi anlatsın ve fıkramız tamamlansın.

Mişonaçi kendi kendine söyleniyordu:

— Ben hayirseven bir adamim. Bak, hepimiz da memnun ulduk... Çocuk simidi aldiyi için... Anasi, çocuk sustuğu için... Furuncu bir simit sattiyi için... Ben da, bir tane kalp lirayı yutturduğum için!... Allah kabul etsin!..

Burası Türkiye’dir demiştik. Türkiye’nin Mişonaçisi böyle oluyordu da Almanya’nın Mişonaçisi başka mı oluyordu, acaba

Bugün nasıl gazeteler ve dergiler Filistinli çocukların katilleri siyonistlerin silahlarıyla, cinayetleriyle dolu iseler, dünyanın daha Hitlerlenmediği o yıllarda fıkralarıyla doluydular.

Birini daha okuyalım. Bakalım neresi size tanıdık gelecek...

Şeftali

Ağustosun sıcakca kaynıyan bir günü idi.

Nesimaçi ile Moiz güneş altında bir hayli yol yürümiişler, sonra bir bos- tanda mola vermişlerdi.

Moiz, susuzluktan çakıllaşan dilini Nesimaçiye gösterdi:

— Yandim be!

Nesimaçi kuruyan dudaklarını emdi:

— Ya ben . Tutuştum..

İşte bu arada gözlerine bir şeftali ağacı ilişti.

— Şeftaliye bak be!. Taşdelenden iyidir. Koparalim mi

Nesimaçi dindardı. Haham ruhlu

idi:

— Yünahtir be.

— Ne yapalum Sahibi olsaydi yal varir isterdik... Ama kimseler yok... Bunlan yemeden mi yideğeğiz *.. Bir çare bul be.

Nesimaçi ile Moiz şeftali yeme konusunda nasıl bir çare buldular, dersiniz Tanıdık gelme hali... Bilmeyiz ama, duymuşluğumuz illâ ki vardır. Kaynağına bakın, kaynağına...

— Dur bakalum.. Sen şu dala uzan, bir şeftali kopar. Ha şöyle.. Ama sakin yeme... Bana ver... Sen kopardin, lâkin yemedin, sana yünahi yok...

— Ama sen yedin...

— Bana yünahi yok... Şeftaliyi ben koparmadim, bana sen verdin.

— Şimdi ben ne yapayım

— Acele etme... Hele yiyip bitireyim, sonram ben bir şeftali koparıp sana veririm. Sen yersin. Daha sonram yemek sirasi bana yelir, ben yerim. Yünaha girmeden, kimsenin malini çalmadan hem susuzluğumuz ye- çer, hem karnimiz doyar!.

Günaha girmeden, haram yemeden yaşarken bu ülkede birileri, daha okul yüzü görmemiş çocuklar ağlamalarını sürdürüyorlar babalarının ardından.

– Baba, bayram geliyor!

Geçmiş, geçmiş, geçmiş... Bugüne gelelim. “Gelenekselleşen rezalet” manşetini atmış gazetemiz; (Millî Gazete, 25 Temmuz 2014 Cuma) bayramı harçlıksız geçirmeye mecbur insanlarımızı kredi reklamlarıyla avlayan bankalara karşılığını ilan ederken...

“... kredilere ‘Ramazan’, ‘Bayram’ gibi kutsal isimleri vermekten çekinmeyen ve böylelikle haram kılınmış faizi kutsallara bile bulaştıran bankaların rezaleti...”

İnsan bugününe geçmişinden gelir. Bankalar da o geçmişten geldi. Dolayısıyla o geçmişe bir daha dönmek/bakmak mecburiyetindeyiz.

Bir mukavele

Mişonaçi ayak kahvecisi idi. Fakat ekseriya çalıştığı mesire yerlerinde alışveriş az olduğu için, hayatını güçlükle kazanıyordu. Nasılsa günün birinde, zorlu bir tavsiye ile bankalardan birinin kahveciliğini elde etti. O andan itibaren de kârı yolurıa girdi. Bankanın bütün memurları kahveyi ondan içiyorlar ve Mişonaçi akşamdan akşama gündeliği doğrulttuktan başka beş on kuruş ta hesabı carisine yatırıyordu.

Bir sabah, hâlâ fakir kalmış eski dostlarından biri kendisini görmeğe geldi ve aralarında şu muhavere geçti:

— Ey, Mişonaçi! Nasin, halinden hoşnut musun

— Alah bin berekât versin! Çok hoşnudum, Behoraçi!

— Epey para kazaniyor musun

— Çok kazaniyorum, Behoraçi!

— Oyleysan bana bir lira ödünç ver.

Buraya kadar tamam. Önce hal hatır sorma, mali durumu araştırma... sonrası malum. Borç başka nasıl istenir

Lakin Mişonaçi aklı işte o günlerde yürürlüğe girmiştir. Neymiş o akıl Herkes öğrensin akıl babasının kim olduğunu.

— Kabili yok, veremem. Bankaya soz verdim.

— Soz mu verdin

— Evet. Bezih direktorla mukavele yaptik...’ Biribirimiza rekabet yapmacayız. İkraz işlerini sırf banka yapacak, kaveyi da salt ben satacayim!

Bizler, inancımızın terbiyesinden neyimizi, hangi özelliğimizi kaybetmişizki, insanlar, dostlarımız, kardeşlerimiz, yakınlarımız, akrabalarımız, komşularımız bir bir banka kuyruklarına girer olmuşlar

Ve artık biz de orada olduğumuzdan, yani banka kuyruklarında olduğumuzdan orada görüşüyoruz dostlarımızla, komşularımızla... Orada hal-hatır ediyoruz birbirimize.

Mişonaçi’nin o anlaştığı bankalar şimdi neyimiz oldu bizim

Filistin toprakları çocuklarının kanlarıyla ıslanırken, biz de kendimizi ıslattık iç kuyularımızın sularıyla, bu ramazanda da...

Yine eskilerden bir fıkra ile uğurlayalım Ramazan’ı, adettendir diye.

Hafız İdrisin mecidiyeleri

Hafız İdrisin Seyit İbrahim Paşadan on beyaz mecidiye aylığı vardı. Her ayın birinci günü velinimetinin Kandillideki yalısına gider ve aylığını kâhyadan alırdı.

Bu ihsanın sebebi Hafız İdrisin babası olan Molla İlyasın vaktile bir Ramazan gecesi paşanın selâmlığında tok karnına namaz kıldırırken yattığı secdeden bir daha kalkamâmış olmasıydı.

Paşa namaz kıldığı bir dakikada huzuru İlâhiye çağırılan Mollanın mübarek bir adam olduğuna hükmetmiş ve onun bir tek oğlu olan Hafız İdrise bu on mecidiye aylığı bağlamıştı. Eski devirde bütün memurlar ancak Ramazan, Bayram ve donanma günlerinde aylık aldıkları halde Hafız îdris her ay başı çil çil mecidiyelerini koynuna koyar ve efendisinin ömrüne dualar ederek konaktan ayrılırdı.

Meşrutiyetin ilk senesiydi. Bir ay başı paşanın kâhyası Hafızı bozuk bir çehre ile karşıladı:

— Boşuna geldin Hafız, dedi, bu ay para yok...

— Aman deme...

— Amanı zamanı yok... Haller malûm... Fazla olarak ta bu ay kızını gelin ediyor, sıkıntısı var...

Hafız birdenbire hiddetlendi:

— Bana bak ağa efendi, dedi, paşaya benden selâm söyle... De ki «Bir insan kızmı gelin etmeğe kalkarsa kendi parasile gelin eder... Başkasının parasile değil.»

Yarın bayram.

Toprağa düşerken haykıran çocuk sesleri kulaklarımızda.

– Baba, bayram geliyor!

Bayramlaşma

Biz Filistinli dedik. Siz Suriyelileri de katın, bilin, unutmayın. Size gönderilenleri, göndereni razı etmek adına razı ediniz.

Bayramınız mübarek olsun...

Geçmiş Zaman Penceresinden

Edebi Müsabaka

Bugün yine 1936 yılının bir dergisinin sayfalarında dolaşıyoruz. Necip Fazıl, Nazım Hikmet karşılaştırılmasından başka işleri mi var

Göksuyu modern bir Venedik haline koydu. Ne kadar sandal varsa hepsine birer sivri burun taktırıp gondol yaptı. Kayıkçılara mandolin, gitara çalmasını öğretti. Mehtaplı gecelerde Göksu deresindeki gondol safasının emsali yok. (Bütün bunları, her kimse, Selahattin Refik diye biri yapmış. NT)

Bu eğlenceye sık sık şairler de iştirak ediyor, karşılıklı serenad söyleşiyorlar. Bir gece bu müşaare âdeta bir edebî müsabaka haline girdi. Sana hatırımda kalan bir iki parçasını okuyayım:

Necip Fazıl, bütün taraftarlarını büyük bir pazar kayığına toplamış. Elinde bir lir. Saçlar dağınık, gözler süzük, parmaklar ile lir’in tellerine dokuna dokuna şu serenadı söyledi:

Sorma bana neresi

Yüreğimde beresi

Zannetme ki Göksudur,

Bu Allahın deresi!

Akan sular dolu sır,

Ne koltuk var, ne hasır.

Düşün maverayı da

Dudaklarını ısır.

Dere düşmüş hayrete,

Akar gider cennete.

Söyleyiniz, karşıma

Çıksın, Nâzım Hikmet’e.

Uzaktan bir ses işittik:

Hey, hey!.

Bir de baktık. Nâzım Hikmet, bir mavnaya bütün taraftarlarını toplamış geliyor. Boynunda kocaman bir bekçi davulu, elinde tokmağı, davula bir daha vurup bağırdı:

Hey, hey!.

Behey mistik şair bey!

Vurmadan söyleme sözlerini arşına;

Geldim işte karşına!

Dağ gibi dalgalarla,

Dalga gibi dağlarla,

Yamaçtaki bağlarla,

Kasketimde yağlarla,

Bütün bizim ağalarla!

Tokmağı bir daha davula vurdu:

Hey, hey!

Kayık bir kova,

Dere bir kuyu.

Acaip huyu,

Tatlıdır suyu.

İniyor kayık,

Çıkıyor kayık!

İçimizde yok,

Bizim hiç ayık!

Yana doğru çok

Yatıyor kayık!

Yetişin çabuk

Batıyor kayık!

Etraftan koşuştular. Bir kazaya meydan verilmeden hâdise geçiştirildi.

Biz Biliriz Bizim İşimizi

Kapatılan Milli Görüş partilerinden birinin milletvekili adayı da olmuş biri, dün, iktidarın kendisine tahsis ettiği bir kanalda Saadet Partisi’ni eleştiriyordu; AKP’nin Cumhurbaşkanı adayını ve diğerlerini de desteklememe kararı aldıkları için...

“Bunlar, A. N. Sezer’i de desteklemişlerdi.”

Cevap vereceklere ekranları yasaklamış bir iktidarın televizyonunda konuşuyor işte.

Bu milletin çocuklarının önünü kesmiş adam, AKP adayının önünü açmaya çalışıyor.

Ona sormak gerek. A. N. Sezer’i destekleyenlerin içinde değil mi idi bugün aday olan ve bugün Çankaya’da olan İtiraz etmediklerine göre, katkıları ne idi Yahut o günkü gitmeme şartlarımıydı

Ve onu ekranlarına çıkaran televizyonlara da sormak gerek, bir siyasi partinin kararını böyle konuk adamlar çıkartarak tenkit etmek ne zamandan beri vazifeniz oldu, televizyonculuk oldu

Saadet Partisi bu ülkenin insanlarını iyi bilir. Bu ülkenin insanları da Saadet Partisi’ni iyi bilir.

Konuşacağımız daha çok şey var.

Delikanlı Ve Ailesi-1

Delikanlı bu, şeytan kandırıp iter onu,

Hızlanır köpürür de, bendinden taşıverir;

Tedbirli aile, bilir her bir oyununu,

Tepelesin diye eline taşı verir.

Delikanlı bu, tutulur bazen basireti,

Uzatılan tasmayı boynuna takıverir;

Ekrem Şama