ABD’nin son Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, Trump’ın kendine has kovboyvari üslubuna uygun olacak bir şekilde diplomatik teamül ve nezaketten yoksun bir formatta Avrupa’ya yönelik mesajlarıyla da gündeme geldi. Avrupa’nın göç politikaları nedeniyle “medeniyet kaybı (erimesi)” riskiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan metin, göçün iktisadi ve/veya sosyal etkilerinin ötesinde Avrupa’nın geleceği için varoluşsal bir tehdit oduğunu ilan etmiş oldu.
Her ne kadar Avrupa’da liderler ve kurumlar düzeyinde belgeye dönük eleştiriler getirilse de esasında metnin Avrupa’ya hakim hale gelmeye başlayan siyasi eğilimlerin bir yansıması olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Bununla birlikte göçü Avrupa’nın geleceği açısından tehdit unsuru olarak gösterme konusu da tarihsel ve ahlaki körlüğün alameti olarak sayılmalıdır.
Evet, bugün 300 milyonu aşkın bir nüfusa hitap edecek şekilde uluslararası göç oranları belki de insanlık tarihinin zirvesini yaşamaktadır. Dahası yarının bugünden daha iyi olmayacağı konusunda da adeta bir konsensüs bulunmaktadır. Dolayısıyla göç oranlarında çok daha büyük bir hareketlilik yaşanması muhtemel gelişme olarak beklenmektedir.
Peki ama biz bu veriyi baz aldığımızda göçü mü düşmanlaştırmalıyız, yoksa göçe neden olan etmenleri mi?
Bir hakikat olarak biliyoruz ki; bugün milyonlarca insanı yerinden, yurdundan ayrılmak durumunda bırakan göç süreçlerinin arkasında ABD’nin ve AB’nin inşa ettiği zulüm düzeni yatmaktadır. Göç rotalarına bakılması bu hakikatin görülmesi açısından yeterli olacaktır. Göçün kaynak ülkeleri ABD ve AB’nin bizzat yönettiği/yönlendirdiği iç savaş, işgal ve darbe gibi süreçlere maruz kalan ülkeler olurken hedef ülkeler ise ABD ve AB ülkeleri olmaktadır.
Örneğin milyonlarca Suriyeli Avrupa ya da başka bir ülkeye yerleşme sevdasıyla bir anda göç yoluna düşmemiştir. Ülkeleri beklenmedik bir zamanda vekalet savaşının merkezine yerleştirilmiş, onlarca silahlı grup dış desteklerle ortaya çıkarılmış, Danimarka’dan bile firkateynlerin getirildiği can pazarı kurulmuştur. Suriyeliler belki geçicidir diye bir süre bitmesini beklemiş ancak umutların tükenmesiyle de kitlesel olarak göç etmek durumunda kalmıştır.
Suriyeliyi küçümsemek, “ne işin var burada” diyerek aşağılamak kolaydır ama esas olan ABD’nin, AB ülkelerinin Suriye’de ne işi var diye sorabilmektir.
ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, göçü bir tehdit olarak göstererek aslında emperyalist tavrına devam etmektedir. Halbuki göç ne keyfi olarak gelişmiştir ne de Avrupa’ya yönelik bir tehdit olarak planlanmıştır! Bugün Avrupa’nın da Amerika’nın da göç yoluyla başına gelenler aslında kendi yapıp ettikleriyle ilgilidir!
Siyonizm’in planları doğrultusunda Afrika’nın sömürülmesi; Filistin, Lübnan ve Ürdün’de kaos ve işgalin normalleştirilmesi; 11 Eylül bahanesiyle ve Arap Baharı güncellemesiyle Afganistan, Irak, Libya, Mısır, Tunus, Sudan, Suriye’nin istikrarsız hale getirilmesi; İran’ı işgal etmek için adeta kör göze parmak sokarcasına adımlar atılması… Oldukça basit bir tanımlamayla ifade ettiğimiz şu genel fotoğraf dahi mevcut göç hareketliliğin sebebini açıkça göstermektedir.
Daha iyi bir yaşam değil hayatta kalabilmek amacıyla insanlar göç etmektedirler ve göç hareketliliğine maruz kalan Avrupa ve ABD için bu, ödenmesi gereken bir faturadır!
Buna rağmen gerek ABD gerekse Avrupa siyaseti, göçü sorunlu hale getirerek ve güvenlik kapsamında ele alarak adeta suç bastırmaktadır. Ülkesini işgal ettiği ya da sömürdüğü insanlara bu sefer de “niye benim ülkeme sığındın” diyerek zulmetmektedir.
Göçmen gözden ırak olduğunda sorunsuzdur, onu sorunlu hale getiren şey göz önüne çıkmasıdır. Suriyeli ve Afgan göçmenlerin Avrupa ya da Amerika kapılarına dayanması, ABD ve AB’nin demokrat maskesi altındaki işgalci, emperyalist yüzünü faş etmektedir. Göçmen adeta aynaya dönüşmektedir. Gerçeklerle yüzleşmek yerine aynayı kırmak psikopatolojik bir vakıa olarak görülmelidir. Dolayısıyla ABD belgesinde dile getirilen krizler hakikati ifade etmektedir; yanlış olan, bu krizlerin sebebinin göç olarak gösterilmesidir.
Batı, üstenci tavrını devam ettirerek kendi sebep olduğu krizin faturasını göçmenlere yıkmaya çalışmaktadır. Gerçek çözümün ne olduğu gayet açıktır: Dünyanın bu batıl Batı zihniyetinin eline bırakılamayacağı gerçeğini akıldan çıkarmayıp, adil siyasal ve ekonomik bir düzenin kurulması için canla başla çalışmaktır.