Cumhurbaşkanımız bir cümle kuruyor: “Avrupa Türklerini ezdirmeyiz.”
Bu söz, niyet olarak kıymetlidir.
Devlet ağzından çıktığı için de ciddidir.
Bu cümleyi duyan her Avrupa Türkü, en azından yalnız olmadığını hissetmek ister.
Ancak siyasette asıl mesele, sözün kime ait olduğu değil; sahada neye tekabül ettiğidir. Devlet cümleleri kürsüde güçlü olabilir, fakat gerçek karşılığını hayatın içinde verir. Çünkü vatandaş için siyaset, alkışlanan sözlerden değil; yaşanan sonuçlardan ibarettir.
Bugün Avrupa’da yaşayan milyonlarca vatandaşımızın günlük hayatına baktığımızda, bu güçlü ifadenin sahada yeterince hissedildiğini söylemek zordur. Kürsüde dile getirilen irade ile Avrupa Türklerinin yaşadığı fiilî durum arasında hâlâ kapanmamış ciddi bir mesafe vardır.
Bu mesafe, niyet eksikliğinden değil; kurumsal eksiklikten kaynaklanmaktadır.
Eğer “ezdirmemek” gerçekten bir devlet politikasıysa; bu yalnızca konuşmalarla değil, kurumlarla, yasalarla, temsil gücüyle ve sonuç alan bir diplomasiyle olur.
Bugün hâlâ şu tabloyla karşı karşıyayız:
YURTDIŞINDA YAŞAYAN MİLYONLARCA VATANDAŞIMIZ İÇİN MÜSTAKİL BİR BAKANLIĞIN BULUNMAMASI, ÖZEL BİR SEÇİM BÖLGESİNİN HAYATA GEÇİRİLMEMESİ VE KARAR ALMA MEKANİZMALARINDA ETKİLİ BİR TEMSİLİN SAĞLANAMAMIŞ OLMASI.
Bu bir ayrıntı değildir. Bu, yıllardır ötelenen yapısal bir boşluktur.
Buraya kadar söylenenler bir muhalefet dili değildir. Aksine, devlet ciddiyetiyle yapılmış bir tamamlama çağrısıdır. Ancak sahaya indiğimizde tablo daha serttir. Çünkü Avrupa Türkleri bu sözlerin gerçekliğini en çok sınır gümrük kapılarında test etmektedir.
Macaristan, Sırbistan ve Bulgaristan sınırlarında Türk tırları kilometrelerce kuyruklarda bekletilmektedir. İzin yoluna çıkan gurbetçi aileler, çocuklarıyla birlikte saatlerce, bazen günlerce gümrük kapılarında tutulmaktadır. Üslup serttir, muamele keyfîdir, insan onurunu zorlayan uygulamalar sıradanlaşmıştır.
İşte tam bu noktada şu soru kaçınılmazdır:
Eğer “kimse bize parmak sallayamaz” deniyorsa, bu parmaklar neden hâlâ Türk vatandaşına sınır kapılarında sallanabilmektedir?
Bu ülkelere kaç kez gidilmiştir de, açık ve net bir şekilde şu cümle kurulmuştur:
“Benim vatandaşımı böyle bekletemezsiniz.
Peron sayısını artırın.
Türk tırlarını günlerce sınırda tutamazsınız.”
Ne yazık ki bu uyarı, devlet ciddiyetiyle ve sonuç alacak biçimde bugüne kadar sahaya yansımamıştır. Sorun temas eksikliği değil; temasların takip edilmemesi ve sonuç üretilmemesidir. Fotoğraflar vardır, sıcak mesajlar vardır, karşılıklı övgüler vardır; ama sınır kapılarında değişen bir şey yoktur.
Devlet sözü, sahada karşılık bulmadığında zayıflar.
Zayıflayan söz ise en çok o sözü söyleyen devlete zarar verir.
Bu nedenle yapılan eleştiri yıkmak için değil, tamamlamak içindir.
Kişiye değil, boşluğadır.
Avrupa Türkleri bu ülkenin yükü değildir.
Ekonomik gücüdür, siyasi potansiyelidir, diplomatik değeridir.
Bu gücün yalnızca kürsülerde değil; gümrüklerde, sınır kapılarında ve günlük hayatta da hissedilmesi gerekir.
Ve artık şu gerçeği açıkça ifade etmek gerekir:
Avrupa Türklerini ezdirmemek; kürsülerde güçlü cümleler kurmakla değil, seçim dönemlerinde dağıtılan broşürlerde verilen sözleri eksiksiz yerine getirmekle olur.
Ezdirmemek, broşür basmakla değil; o broşürlerde yazılan vaatleri gümrüklerde, sınır kapılarında ve sahada hayata geçirmekle olur.
Seçim bitince broşürler toplanıyor, vaatler rafa kaldırılıyor, sahada ise yine gurbetçi kalıyorsa; orada ezilen sadece vatandaş değil, devlet sözünün itibarıdır.
Çünkü devlet sözü kürsüde değil; broşürden hayata geçtiği yerde güç kazanır.