Bismillâhirrahmânirrahîm;
11 Eylül 2001’de, ABD’deki İkiz Kuleler’e saldırı sonrası, Batı’da “İslâmofobi-İslâm korkusu” adı verilen, İslâm’a ve Müslümanlara karşı ön yargı ve ayrımcılık hareketlerinin başladığını biliyoruz. Bunu “din farklılığı” diyerek Müslümanlara ve Avrupa’daki camilere yapılan saldırılar izledi. Saldırılar, son senelerde artış gösterdi.
23 Ekim 2020’de, Almanya’nın başkenti Berlin’deki Mevlâna Camii’ne, sabah namazı sırasında 100-150 kişilik polis ekibi tarafından yapılan baskın, Almanya’nın niyetini ortaya koydu. Hem zamanlama; hem de polislerin botlarıyla, terör operasyonu yaparcasına camiye dalmaları, bir ibadethaneye ve Müslümanlara büyük bir hakaretti. Almanya, ülkesinin ayrılmaz parçası haline gelen 5 milyonluk Müslüman topluluğundan habersiz miydi? Olay, bu yüzden büyük tepki topladı.
1969’dan beri Fransa’da yayın yapan Charlie Hebdo isimli mizah dergisi 2015’te Peygamber Efendimize (s.a.v.) hakaret içeren saldırılarda bulundu. Danimarka’da da benzeri olaylar yaşandı. Son olarak Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un bu tür yayınları “ifade özgürlüğü” olarak görmesi bardağı taşıran son damla oldu. Hakaret, özgürlük olarak değerlendirilebilir miydi? Bu nasıl bir hastalıklı mantıktı!
Sayın Macron bu kadarla da yetinmiyor, “İslâm’ın yapılandırılması”ndan söz ediyor; Müslümanların “ayrılıkçı” olduğunu söylüyor; “İslâm’ı Fransa’dan sileceğini” açıklıyordu. Bu söylemlere, Türkiye ve İslâm dünyasından çığ gibi tepkiler yükseldi. Macron ve Fransa protesto edildi. Haddini bilmezliğin bitirilmesi istendi. Dinlere olan saygısızlık da ne oluyordu? Bunlar mı insan hakları ve medeniyet havarisi kesiliyordu?
MACRON HADDİNİ BİLSİN
ÜLKESİNİ ilkel bir kabile gibi yöneten Macron, Fransa’nın başına bir anda nasıl gelmişti? Fransa’yı sıkıntılı bir atmosfere soktuğu belliydi. Yönetim başarısızlığını İslâm düşmanlığı ile mi örtmek istiyordu? Yalan, iftira, karalama kampanyaları ile nereye varılırdı? Macron yanlış yere toslamıştı. İnsanlar bu derece “düşünce yoksunu” olarak görülemezdi. Bu küstahlık karşılıksız kalamazdı.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, insanlığın yalan ve hakarete prim vermediğini; Batı’nın kendi oluşturduğu yalan havuzunda boğulacağını anlattı: “Macron, Fransa iç siyasetinde şovenizm üzerinden mevzi elde etmeye çalışıyor. Bu tavırla kendisine de, Fransa’ya da zarar veriyor. Tarihin çöplüğüne atılmaya mahkûmdur. Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de İslâm hızla yayılıyor; yayılmaya devam edecek.”
Avrupa tarihi hiç de iç açıcı değildi. Zulüm, işkence, giyotin, engizisyon, soykırım, sömürgecilik gibi olaylarla anılıyordu. Yani barbarlıkla! 1492’de İspanya’yı aldıkları zaman Endülüs Müslümanlarına yaptıklarına bir bakın! Dünya böylesine büyük bir vahşet görmedi. Ebü’l Bekâ’nın Endülüs’e Ağıt şiirini içiniz burkulmadan, gözyaşı dökmeden okuyamazsınız! Şiiri, Sezai Karakoç’un İslâm’ın Şiir Anıtlarından adlı eserinden takip edebilirsiniz!
Avrupa 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hazırlamış, Avrupa ülkeleri bu “bildirge”ye uygun düzenlemeler yapmıştı. “Bildirge” kaynak gösterilmeden büyük ölçüde Allah Resulünün (s.a.v.) Veda Hutbesi’nden kopya edilmişti. Bu süreçte, eski imajlarını düzeltmeye çalıştılar. Dünyaya ilan ettikleri “bildirge”den uzaklaşırlarsa, AB kendi sonunu hazırlıyor, demektir.
AVRUPA’NIN DERDİ NE?
BM’DE “daimi üye” ve AB içinde “ağırlığı” olan Fransa’nın İslâm’a karşı tavrı sürerken; Almanya’da 30 yıldır “hoca”lık yapan bir kardeşime, “Nedir bu Avrupa’da yaşananlar?” sorusunu yönelttim. Dikkatli bir gözlemci olarak içtenlikle cevap verdi:
“Türkiye’den kardeşlerimiz gurbet illerine ‘işçi’ statüsünde geldiler. Hem işlerini güzel yaptılar; hem de inançlarını yaşamaya çalıştılar. Bu temiz duygularla, pek çoğu zaman içinde ‘işveren’ statüsüne geçtiler. Zor şartlara rağmen okullarda başarılı oldular. Avrupalılar, Müslümanların ülkelerinde varlık göstermesinden rahatsız oldu. Müslümanlarda nüfus artışı yaşanırken; Avrupalıların nüfusu azalıyordu. Onlar, ülkelerine gelenleri hep ‘işçi’ olarak görmek istiyordu.” Avrupa’yı ziyaret ettiğim günlerde, bu ülkelerin zirvelerinde şu değerlendirmelerin yapıldığını öğrendim: “Biz işçi istedik; insanlar geldi.” “Hoca” kardeşimin bazı istekleri vardı ülkesinden: “Türkiye Avrupa’daki vatandaşlarına sahip çıkmalı. Onları ‘döviz makinesi’ olarak görmemeli. Avrupalılar için söyledikleri sert ve lüzumsuz sözlerin faturasını buradaki kardeşlerimiz ödüyor. Bunu onların bize olan bakışlarından anlıyoruz. Erbakan Hoca, nezaket ve kibarlığa çok dikkat ederdi.”
Avrupa’da son senelerde artan İslâm düşmanlığı, Müslümanlara hakaretler sürerse; Veda Hutbesi’nden faydalanarak hazırlanan Evrensel Bildirge ile düzeltmeye çalıştıkları imajları, yeniden tarihlerinde var olan zulüm, işkence, soykırım, sömürgecilik ve vahşetle anılmaya devam edecek. Tercih kendilerinin! Ya yakaladıkları iyiye giden imajlarını sürdürecekler; ya da kendi sonlarını kendileri hazırlayacaklar!