Asrın Zürriyeti

Abone Ol

Şimdiki zamanın hayat tasavvuru görünür olmaktan ibarettir. İyi-kötü, doğru-yanlış, tamam-eksik, mutlu-mutsuz olmak gerekmez; birinden birinin görüntüsünü verebilmek kâfidir. Gerçeklik yalana, asıl sahteye, mahiyet reklâma yenik düşer. Canın, malın, aklın, neslin, dinin ve dahası anlamın yerine yenileri ikame edilir. Yazıklanan, yarının daha güzel olacağını umar. Gördüğünü, gözünün önünde cereyan edenleri yadsıyarak...

Neslin hayata dair bütün kaygısı görünmek ve göstermek üstüne şekillenir. Hâlbuki görünür olmak ya da göstermek, hayat boyu tatmin olmayacak duyguların başlangıcıdır. Buradan el değmedik iş ve istihdam alanları, para ya da hayat kazanma yöntemleri, zaman geçirme serüvenleri neşet eder. Söz gelimi eline bir mikrofon geçiren hevesle sokağa fırlar, konuşmak için mikrofon arayan insanlara (karşılıklı alınıp verilen keyifle) musallat olur. Öyle ya insanların zırvalama, bunların alan doldurma ve görünme ihtiyacı giderilmelidir. Her şey karşılıklı rızaya dayanarak zevkle yerine getirilir. Anlamsızlık hemen her alanda olduğu gibi kimsenin umurunda olmaz.

Akım diye anılan bir saçmalık olsa da sarılsak diye dolananların yön tabelasından sarkıp sallanma eyleminde tutarlı bir maksat aramaya gerek yoktur. Zihinsel evrimini tamamlayamamış çocuklar, aslında herhangi bir nedensellik sorgulamadan bir hayvandan gördükleri sarkma, sallanma, tek elle tutunup ayak oynatma fiilini akıl, izan ve irade kullanmaksızın gerçekleştirir. Birçok eylemlerinde olduğu gibi... Bir güdüye, ananeye, emre müstenit yaptıkları eylemler de böyledir. Söz gelimi muhabbet, ihtiyaç, emir ya da gelenek dolayısıyla değil, aynı maksatsızlıktan kaynaklanan ruhsal boşluk sebebiyle evlenirler. Arkadaşlarının çoğu evlenmiş, bir onlar kalmış; herkes düğünlerde, tatillerde, parmağında yüzükle, çiçek fırlatmak, türlü çeşit oyun kurgularıyla sallanmak suretiyle poz verirken onlar hala tek tabanca gezmeyi anlamlandıramaz. Bunda dahi bir anlam arayışında değildirler ki kiminde sahip olma güdüsü, hediye alma iştiyakı, tabela değil de kişiye asılma ihtiyacı baş gösterir. Sonra aynı hızla boşanma, kavga ve lanetleşme gerçeğine boyun eğer. Zaten adalet timsali mahkemeler, birinin diğerine 'öte git' deyişini boşanma nedeni sayacak kadar insaflıdır!

Çoğu genç bir şekilde üniversite kapısından geçmek ister. Meraktan, ihtiyaçtan, akıl ve zekâdan dolayı değil, oradaki ortamı ilginç görüp deneyimlemek arzusundan... Zaten bir kısmı tamamlayamaz, kalanı da okul bittiğinde balta sap kombinasyonlarını incitmeyeceğini bilir. Üç harfli marketlerde part ya da full time işe girmek, iş kariyerine erken başlamanın yollarını açar; ucuz işgücünü nimet bilenler istihdam açığını da böylece kapatır. Dolayısıyla sömürü dişlilerinin dahi iyi işleyebilmesi için üç çocuk iyi, beş çocuk harika, onbeş çocuk aliyyülâlâdır!

Bir yandan bu tanımsız nesillere suç isnat etmek abes olur. Zira asrın ilk çeyreği boyunca maya, tasavvur ve tarassutlarına ilmek ilmek işlenen sahtelikten, yalandan, görüntüden ibarettir. Ekonomiden adalete, eğitimden tarıma, kültürden sanata, sanayiden siyasete, sağlıktan spora her alanda sadece yalanla yetiştirilen bir nesilden ne beklenebilir? Açlıktan nefesi kokanlar 'ekonomi iyi iyi' diye, kullanamadığına zulmedenler 'hukuk devleti' diye konuşturulur. Allah'ın her günü bir şekilde kendine ithal ilaç yazdırmak zorunda kalanlara 'hastane sırasında atalarım öldüydü' diye, bütün nesli ifsat edenlere 'her şehre üniversite yaptık' diye, yabancı hakemi zül görenlere 'hiç bahis oynamadım' diye slogan attırılan bir memlekette, çocuklardan ve gençlerden muvazaalı bir hareket beklemek tuhaf olur. Bu şartlar altında elbette yeni nesil öğretmenlerin eseri, kitlesel cehaletin esiri sayılır. İşyerinin, kurumun, alışveriş merkezinin kapısını beklemek, vatandaştan kimlik sormak ya da herkesi potansiyel suçlu kabul etmek iş sanılır. Oysa her şey yine görüntüden ibarettir. Zulmedip mağduru oynamak, talan edip hırsızlar uydurmak, satıp savıp inşaatla göz boyamak adli değil adi vakadır. Bu sahte evrende herhangi bir ürünün, hizmetin, duygunun aslını bulmak imkânsızdır. O kadar ki sebzenin meyvenin gıdanın iyisini bulduğunu sanıp avunmak bile pestisit dolayısıyla ihracattan dönmüş ürünlerin görüntüsüne kanıp zehirlenmekle sonuçlanır.

Yine de Hindistan Hintlilerindir. Ve Batı tarafına denk düşen ülkelerin çoğu onlardan korkmakta, bazıları kıskanmakta olabilir. Nitekim korkunç olandan korkulur. Mezbelelik içinde hâlâ mutlu mesut görünebilmek de kıskanılasıdır!