Asrın Planeti

Abone Ol

Yeryüzünde işe yaramaz kabul edilen her şey özgür bırakılır. Meyve vermeyen, hem de odunu iyi yanıp ısı sağlamayan, mobilya, kereste ve sair olmayan ağaç; verimsiz olduğu düşünülen toprak, yerleşime elverişli olmayan araziler, hilti işlemeyen kayalıklar... Deli, meczup, derviş... Kimilerinin pek kıymetli yalnızlığını ve lütfen şefkat ihtiyacını gideremeyen dolayısıyla dışlanan, sonra da ilginç bir adlandırmayla sokak hayvanı diye anılan kedi, köpek, kuş, börtü böcek… Burada neden bulunduğunu hiç bilmemiş insanlar, bu gibi varlıkları yalnız, kimsesiz, garip diye niteler. Kimi yazıklanır, kimi aşağılar; köpek çeker. Hâlbuki ayakları yere basan, en azından insan gibi manyaklaşıp uçuşa geçmeyen, uzay derdiyle ömrünü heba etmeyen köpekler, çoğu zaman herhangi bir insandan daha acıklı hikâyelere, daha kötü yaşam standartlarına, daha kısıtlı ve sınırlı hayata sahiptir. İşte köpek çekilen hayvanlar bile insana göre ve insan gözünde daha özgürdür.

Şeref sahibi ya da eşref oluşa dair hezeyanlar yine insana aittir. Pek meşhur “İnsan eşrefi mahlûkattır” gibi bir dizenin devamı pekâlâ Hilleli Mehmet Fuzulî’nin; “Aldanma şair sözün elbet yalandır” mısraıyla tamamlanabilir. Oysa insan tam da böyle bir avuntuya payeler yüklemekle ömür geçirir. Şüphesiz her şeyi yoktan var eden, insanı en güzel şekilde yarattığını belirtir. Sonra hayat macerası içinde kendi tutumlarıyla nasıl bir serencam izlediğini de... Orada, yaratılmışlar arasında konum bildiren, paye atfeden, insanı herhangi bir mahlûka göre müstağni ya da transandantal addeden bir ifadeye rastlanmaz. Kendini arz üzerinde konumlandırma telaşındaki insan, işte tam da belli bir müddet için gönderildiği yerden kopup yine kendine verilen iradeyle çok çok uçmayı dener. Ona paganist bir anlayışla ‘uçmağ’dan söz edilse, onu dahi uçmak zanneder. Yahut da inanıp iyi işler yaptığında kendisi için vaat edilen yere bile uçarak ulaşacağını zanneder. Demek ki istikrar ve de istiklal yerlerde sürünse de istikbal ve istikbar göklerde olabilir! Hem kendi nefsi ve hem de cümle mahlûkat için zulüm erbabı insanın, tıpkı şeytanda olduğu gibi başına ne geldiyse kendini konumlandıramamaktan, üstün görmekten, ayakları sabit tutamamaktan, arzdan kopmaktan, yani uçmaktan gelir. "İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler" diye söyleyen şaire gelince o, herhalde uçmanın ehemmiyetini değil yerdeki ölümün rahmetini imler.

Esasen uçmak, her devirde güç sahiplerini işkillendirir. Bir yandan ev yapımı uçan cisimlerden sitayişle bahseden, uçma çalışmalarını öven güç, kibir, itibar, iktidar sahipleri; birinin uçmaya yeltenmek üzere ayağı yerden kesildiği anda tepesine çullanır. Demek uçuş denemeleri de gücün tekelinde ve kontrolünde gerçekleşmelidir. Hani Ahmet, Hasan ya da Alper Çelebi gibi!.. Allah'ın arzını karış karış işgal edip gözlerini uzaya dikenler, yerdekilere rahat vermedikleri gibi göğü de iğfal etmek hevesindedir. Bu durumda yere basanların ayağını kaydırmaya çalışmak daha tuhaf görünür. Ancak gökte herhangi bir şeye erişemeyeceğini, göksel olanı da incitip rahatsız edemeyeceğini fark eden uğrular, fasit etme, zulmetme, eza verme ihtiyacını yeryüzü ve üstünde yaşayanlarla giderir.

Kafayı uzaya çıkmaya takmış, her şeye tepeden bakmakla bozmuş insanların içinde gözlerini topraktan ayırmayan, bir gün mutlaka toprağa döneceğini bilen ve bu hakikati gayet makul bulan bir topluluk olması, muhtemelen bu âlemdeki en büyük güzelliktir. Burada bulunmakta dahi bir hikmet aranmaksızın 'geçiyordum, sizinle karşılaştım' edasında, bütün bir hayatı olgunlukla tamamlayıp gerçek âlemin özlemini duyumsamak, herhalde insana bahşedilen en güzel histir. Katlanan ama dışa doğru katlandığını hiç belli etmeden, belki kahrın dahi imtihanın bir parçası olduğunu bilip geçiciliğini; lütfun yaşamsallığını anlayıp hüzünlü bir doygunlukla ve hiçbir şeyden tekâmül beklemeden geçip gitmek... Geçemeyip hep kalma ihtimalini akla bile getirmeden…