Aynı filmler, aynı tiyatrolar, aynı görsel ve düşünseller, planlar projeler bu coğrafyanın kaderidir. Üstelik bir projenin başına büyük, iri, devasa, genişletilmiş, daraltılmış gibi sıfatlar koymak içeriği ya da neticeyi değiştirmez. Bilindik bir senaryo denip geçilir. Filmin kopuş noktası genellikle kanlı olur ve çok canların yandığı, kimininse palazlandığı görülür. Bir savaş bitince ona yaşayanlardan kahramanlar uydurmak, fedakâr ve gösterişli cengâverler bulmak, mağdurlar ve mazlumların ta gözlerinin içine baka baka gelecek nesiller için masallar okumak iktiza eder! Kitleler, masalla büyütülür ve dolayısıyla yaşamlarının her aşamasında romantik, dramatik, trajik kurgular sever. Kimse şahit olduklarına efsaneleştirilmiş Orta Doğu projesi demez. Projelerin ismi önemsiz, görevlilerin ismi önemli, kurbanların ismi dikkate değmezdir. Ve her filmde olduğu gibi kahraman, kavgadan, aşktan, savaştan, iktisattan, oyundan, her koşuldan, her mevzudan karlı çıkan esas oğlandır. Üstelik senaryolar hep star sinemasına uygun yazılmış, kurgular bir tek artistin oyununa indirgenmiş de değildir. Endüstri, her senaryoyu kâra tebdil eder!
Hakikatte öyle şarkılarla bezenen bir Yanık Ömer macerası yoktur. Hani savaş biter, Yanık Ömer köye döner, köylü bütün bayram eder ya; işte o kurgu savaşın kıyısına köşesine uğramayıp ilk fırsatta kahraman ilan edilenlerin standart kurgusudur. Ömer'in köye dönebilmesi için bir köyünün olması, o köyün işgale uğramaması, düşman tarafından yakılıp yıkılmamış olması gerekir. Dahası işgal yüzü görmemiş köylü kimseyi kahraman gibi karşılamaz. Canından, malından, evladından koparılan birinden de göz dolduracak bir kahraman çıkmaz. Başrol dediğin oyunun finaline ulaşıp kazançlı çıkabilendir! Onun yaptıkları hep iyi, kötü adamınki hep kör düşmanlıktır. Ancak her halükârda Erol Taş, Necip Tekçe, Turgut Özatay, Bilal İnci, Hakkı Kıvanç, Hikmet Taşdemir, Ünal Gürel ve diğerleri yine kötü adam, Fahrettin Cüreklibatır, Ayhan Işık, Kadir İnanır gibiler yine iyi adamdır. Arada birtakım tatsız mevzular yaşanır. Acısıyla tatlısıyla yaşandı ve bitti saygısızca denir. Öyle midir?
Küresel sinemanın nabzı yoklandığında onun dahi bir başka biçimde atmadığı görülür. Bir Hollywood klişesi olarak oyun bittikten sonra ağırlığını ortaya koyup bu şartları sağlayanlara teşekkür edilir. Başta çok Sayın Trump'a, onun adeta eli ayağı olup koşuşturan arabuluculara, barışsever hatta barışa bayılır at ağızlı Benjamin’e (ki tam da bu karakterin yarın bir gün ‘Kardeşim Bünyamin’ diye anılması muhtemeldir) ne emredilmişse onu yerine getirmeye çalışan iş birlikçilerine lanet edilmez mesela... Bunların çoğu minnetle anılır. Zira Vegas'ta olan Vegas'ta kalır. "Hiçbir Hollywood setinde bu kadar iyi oyuncuyu bir arada bulamazsın" tiradı bile unutulup gider. Hem de oyun bitince kralla piyonun aynı torbaya girdiği söylenir ya, besbelli piyon karaktersizi bir oyunu paylaştıkları kralla aynı torbada bulunmaktan mutluluk duyar. Figüran da esas oğlanla aynı sahnede görünmüş olmaktan...
Tüm bunlar çok sinematografiktir. Ve sinema çabuk tüketilen bir yemektir. Arada ısıtılıp yeniden masaya konur ama bu dahi önemsizdir. Nitekim fırsatçıların ve iş birlikçilerin olmadıkları masa yoktur! Meze olur, garnitür olur, ara sıcak olur yine masada yer almayı başarırlar. Bazen garson, bazen komi, bazen bizzat fasulye kabilinden nimetin kendisi... Ama en çok esas oğlan ödüle erişemediğinde onun tesellisi...
Biz bu filmi daha önce izlemiştik bilmişliği kâr etmez. Bir daha izlememeye azm-i cezm-i kast eylemek yeni yapım vizyona giriverince unutulur. Bir arkadaşa bakıp çıkma mazeretine gerek duyulmaz; insanın uykularını kaçırıp, işinden gücünden edip, icabında kafasını tutup gözlerini bantlayarak izletirler. Nitekim aynı delikten ısırılmak mazoşistik bir yaklaşım değil çaresizliktir. Doğumun ve ölümün tartışılmaz çaresizliği kadar acı verir. Yok, ona ruhun fiyakası falan sökmez, o dahi züğürt tesellisidir.