Asrın Kazuleti

Abone Ol

İnsan şayet iyi niyetli yaklaşırsa gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanların hakikaten batıla inandıklarından, sömürü düzenini tasvip ettiklerinden, zulmü gerekli gördüklerinden ya da bir başka dine, inanca, düşünceye mensup olduklarından değil, besbelli çaresiz kaldıklarından yalanların, düzenbazlıkların, üçkâğıtçılıkların ardına sığındıklarını sanmak ister. Sözüne inanıp, güvenip, ardına düştüklerinin bile isteye yanlış yapmayacağını, bir kötülüğe ortak olmayacağını, kendinden olmayanlara karşı zalimleşmeyeceğini zanneder. Nitekim kötülük için gerekli ve geçerli bir neden de bulunmaz. Zaten net olarak tanımlanamadığından taassup, tarafgirlik, ırkçılık, emperyalizm, yandaşlık, kapitalizm, işbirlikçilik, manda ve benzeri olasılıklar da kötülük olarak görülmez. Daha doğrusu bu tür şeyler için doğrudan doğruya kötülük tanımı yapılmaz. Dolayısıyla konu üstüne belirsizlik, zulüm gibi bir kötülüğün anlamsızlığını doğurur. Oysa kötülük her ne türden olursa olsun zaten anlamsızdır ve ortaya çıkmak için bir sebebe ihtiyaç hissetmez. İşte kötülüğün anlamsızlığına ikna olmuş insan teki, sevdiklerine de bile isteye başkalarına zulmetme ihtimalini yakıştıramaz. Zalim, döngünün böyle şekillendiğini fark ederse bir yandan kötülük dozajını artırırken bir yandan da kendisine sempatiyle yaklaşanlara karşı yalanlar uydurup, onlar için bir simülasyon evreni oluşturur. İfşa olma ihtimaline karşı rakiplerini yaftalamak, yalanlamak, küçümsemek, yok etmek, susturmak vb. yöntemlere başvurur. Tüm kötülüğüyle ayan beyan ortada ama görünmez olur. Çünkü bu denli zulüm iklimini hiç yokmuş gibi kabul etmek, görmezden gelmek, anlamazlığa vurmak bir yana; taraf olup güç yettiğince ortaklık kurmak, zulüm çarkının taşeronu olmak, kötülük için görev üstlenmek başka nasıl izah olunabilir.

Reel politik, siyaset, diplomasi gibi kavramlara dayanışın bir haklılık izharı değil, mazeret beyanı kabilinden meşruiyet arayışı olması umulur. Ancak kimsede 'Neylersin işte...' tavrına rastlanmaz. Kimse tamiri mümkün olmaz bir tahalluta iradi ya da gayriiradi dâhil olduğunu kabul etmez. Aksine, karşıtları sürekli bastırmak, görüntü ve sesin onca imkânıyla gürültüye boğmak, fırsat ele geçince canına okumak ve benzeri gerçeklerle yüzleşilir. Sonra bu durum, yüzü astarı bir tarafa bırakıp haksızlık için emek sarf edişin destanını yazmaya döner. O zaman iyiliğe dönük tüm iddialar sıfırlanır. Ayakkabı kutusu metaforunda 'sıfırladın mı?' sorusu kadar, bir başka emeli ibraz eder. Gayrimeşru bir emeli... Nihayet bu bağlamdaki meşruiyet arayışı enternasyonal bir hal alır; ta okyanus ötesinde, eli kanlı, niyeti bozuk, her tarafı kirli bir adamın karşısında ip gibi dizilişe kadar uzanır.

Zulmün mağdurları adına düşünüldüğünde, tamamen dışlarında cereyan eden işbirlikçilik kahredicidir. Bu kahır elbette mazlumların ya da direnenlerin uzağında, hala insan kalmakta ısrar edenlerin vicdanına dokunur. Zira direniş gösteren insani vazifesini yerine getirmenin, ölen ölümün, cefa çeken cevrinin gönencini yaşar. Her ne kadar sesle iştirak, boykot, beddua etme avuntusuna sığınsa da gayrısı zaten umarsızdır. Bir yandan Kudüs'ün ya da Gazze'nin özgürlüğüne giden yol, şayet Halep'ten Şam'dan geçiyorsa, tam da o toprakları mayın tarlasına çevirmekte mahir oldukları herkesin malumudur. Nitekim onca yıldır neden o topraklarda top çevirmek iktiza eder, neden bunca insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kalır, neden herkesin çekildiği anda Yahudi bombardımanına şahit olunur vb. iş olsun sorularının yanıtları tüm dünyanın yüzüne çarpar. Hem de kendi memleketlerinde insanları hapislerde çürütmek, işlerinden atıp süründürmek, seçimle gelen muhaliflerine bile yasaklar koymak, tahkir etmek, susturmak, mallarına çökmek, çocuklarını bile sindirmek; bir başka halk için özgürlük diye tahayyül edilen istemin nasıl bir şey olduğunu ele verir.

Sadece şimdiki zamanda değil, yüzyılı aşkın süredir mütemadiyen kanla, nefretle, kavgaya dayanan hamasetle yürütülen özgürlük, şimdi gücün tahakkümünde mağdur edilen her ne varsa onun üzerinden talep edilir. Örneğin Esenyurt düşerse Kudüs düşer; düştüğü durumda kayyum atanır, yerine kayyum atanan kişinin suçlandığı davalar düştüğünde ona özgürlük bahşedilir, sonra kayyumun görevi sonlandırılıp suçlanan kişi yerine iade edilir. Elbette bunlar oyun değildir. Özgürlük anlayışıdır. Trump’ın Gazze planından çok da farklı bir sonuç beklenmez. İlk cihan harbinde Filistin Cephesi her ne sebepten ve nasıl terk edilmişse, HAMAS'a silah bıraktırmaya dönük Yahudi planına da öyle sadık kalınır. O zamanlar Filistin düşerken başka başka memleketlerde nasıl zaferden söz edilip kurtuluş hikâyeleri okunmuşsa şimdi orada da aynı hamaset işletilir.