20.11.2013 Çarşamba günü Dünya Çocuk Hakları günüydü. Kanunlarımıza göre; “18 yaş altındaki herkesin çocuk” olarak kabul edildiği ülkemizde çocuk istismarı, ciddi yaralanmalara, sakatlıklara ve hatta ölümlere neden olabilen tıbbi, hukuki, sosyal yönleri olan çok boyutlu önemli bir halk sağlığı sorunudur. Çocuk Hakları Sözleşmesi 1995’te uygulamaya geçmesine rağmen, toplumun kanayan yarası haline gelen çocuk istismarları bir türlü önlenemiyor.2013’te 55 çocuk işçi hayatını kaybetmiştir, her beş çocuktan biri cinsel istismara uğramaktadır. Adlı tıp yılda 2 bin 600 çocuk istismarı dosyasını ele alıyor. Bunların içerisinde ortalama 400’ü ensest istismar mağduru.
Devletin bununla alakalı politikalar izlemesine rağmen önlenememe nedenleri, internette dolaşan çocuk pornoları ile bu durumu normalmiş gibi gösteren dizi filmler olabilir mi Senaristleri ne hikmetse yazmış oldukları senaryolarda toplumun hassasiyetlerini ön plana almamaktadırlar. Kendi fikirleri ve inandıkları ya da inanmadıkları dinle,toplumun inanç değerleri bire bir örtüşmedikleri oynayan dizilerden net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu durumu sadece bu nedenlere bağlamamak gerekir. Toplumumuz çocuklarını yetiştirirken ne hikmetse hep korkutarak yetiştirmeyi tercih ederler. Ya babadan korkutulur, ya ağabeyden ya da polisten. Bu durumda dışarıda yaşadığı bir olayı evde aile bireyleriyle paylaşamamaktadır. Ailelerin de çocuklarıyla dertleşme gibi bir alışkanlıkları olmadığından yaşanan travmaları çocuklar kendi başlarına atlatmaya çalışmaktadırlar. Bunun da çocuklarımıza yansıması çok ağır olmaktadır. Aile içinde cinsel istismar aile içinde kalmaktadır. Duyulmaması için travma yaşayan çocuğa baskı yapılmaktadır. Çoğu zaman da istismar edilen çocuk suçlanmakta hatta dayak bile yemektedir. İstismar fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik istismar gibi farklı biçimlerde kendini gösterebilir. Bunun yanı sıra bir de çocuğun ihmali söz konusudur. Çocuk ihmali; öncelikle anne ve baba olmak üzere, bakmakla yükümlü kimseler ve diğer yetişkinlerin, çocuğun beslenme, giyinme, barınma, eğitim, sağlık ve sevgi gibi temel gereksinimlerini ihmal etmeleri sonucu, çocuğun bedensel, duygusal, ahlaksal ya da sosyal gelişiminin engellenmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda yurtlarda kalan çocuklarımızın bırakın cinsel anlamda istismar edilmesini, sevgisiz bırakmak bile ihmale girmektedir. Bizim toplumumuzda çocuk ya ihmal edilmekte ya da istismar edilmektedir. İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel özellik, istismarın aktif, ihmalin ise pasif bir olgu olmasıdır. Çocuk bütün canlılar içinde en uzun bakım isteyen, korunmaya muhtaç ve sevgiyi gerektiren varlıktır. Bir toplumun ilerleyebilmesi ve kalkınabilmesi o toplum içinde yetişen çocuklarımızın bedensel, ruhsal ve sosyal yönden sağlıklı gelişmesiyle mümkündür. Devletin bu konuda bir politikası olmalıdır. Hatta bir çocuk bakanlığı bile kurulmalıdır. Adli Tıp Kurumu Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Fatih Yağmur,”Dışarıdakiler mağdurları takip ediyor. Çocuklar hafta sonu yurtlardan izne çıktıklarında da bu kişiler tarafından kolaylıkla bulunabiliyor”(Akşam gazetesi 20.11.2013) Yurtlarda böyle bir zihniyette insanlar olduğu sürece bu çocuklarımızı nasıl koruyacağız . Bu konuda kanunların caydırıcı gücü ne kadardır Sanal âlemdeki tuzaklardan çocuklarımızı nasıl koruyacağız Aileler internet hakkında ne kadar bilgililer Devletin bu konuda politikaları var mıdır Kanunlar ne kadar çocukları korumaktadır Neden tecavüz edenler serbest kalmaktadır. TBMM bununla alakalı mevcut kanunları incelemeli ve bir takım değişiklikler yapmalıdır.
Çocuk gelinler açısından durumu incelediğimizde; Bugün, Türkiye’deki en önemli toplumsal sorunlardan bir tanesi çocuk evlilikleridir. Az gelişmiş ülkelerdeki yoksul aileler, hanelerinin yoksulluğunu azaltmak için; arkadaşlarıyla oyun oynayacak yaşlardaki kız çocuklarını, babası hatta dedesi yaştaki adamlarla evlendirmektedirler. Pek çok kez, bu çocuklar, yaşlı adamların ikinci eşi veya üçüncü eşi olmaktadırlar. On’lu yaşlardaki bu kız çocukları, doğum yapmakta, ev işleri yapmakta ve hatta koca baskılarına maruz kalmaktadırlar. Bu çocuklardan bazıları, tüm bunlara dayanamayarak intihar etmektedirler. İslam hukuku çocuk evlenmelerini yasaklamıştır. Türkiye’de bu tür evlilikler, genellikle, dini nikâha (imam nikâhı) dayanan evliliklerdir. Türk Medeni Kanunu çerçevesinde, Kanun’un öngördüğü evlenme yaşından daha küçük yaşta evlenen kıza çocuk gelin demek mümkündür. Kanun’un 124. Maddesi’nde, “Erkek ve kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir.” denilmektedir. Bu durumda, TMK’nu, on yedi yaşını doldurmadan evlenen kızı çocuk gelin saymaktadır. Bunun yanı sıra, Kanun’da, genel hükme göre çocuk gelin sayılabilecek olan, on yedi yaşını doldurmamış bir genç kızın, olağanüstü durumlarda, hâkim kararıyla evlenebileceği kabul edilmektedir. Ancak, Çocuk Koruma Kanunu, çocuğu, “daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişi” olarak tanımlamaktadır. Çocuk Koruma Kanunu, on sekiz yaşını doldurmayan yurttaşları; bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimini tamamlamamış, ihmal veya istismara açık bireylerden saymakta ve bu bireyleri “korunma ihtiyacı olan çocuklar” olarak nitelendirmektedir. Diğer taraftan, Türk Ceza Kanunu’na göre, on beş yaşını doldurmuş bir kız, evlenmesi durumunda, zımnen çocuk gelin sayılmayabilmektedir. Türk Ceza Kanunu’nun 104. Maddesi’nin 1. fıkrasında şöyle denilmektedir: “Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, on beş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Şu halde, on beş yaşını doldurmuş bir kız, hukuki olarak değilse de, sosyolojik anlamda evlendirildiğinde, bu kızla cinsel ilişkiye giren eş, şikâyet edilmediği sürece cezalandırılmamaktadır. Yani, Türk Ceza Kanunu, evlilik yaşını, örtülü olarak, on sekiz yaşın altında tutmaktadır. Bu bağlamda, Türk hukuk sisteminde, çocuk gelin kavramının tarifinin, kanuna göre değiştiğini söylemek mümkündür. Nitekim Türk Medeni Kanunu’na göre 17 yaşını doldurmamış kızlar, Çocuk Koruma Kanunu’na göre 18 yaşını doldurmamış kızlar, Türk Ceza Kanunu’na göre ise 15 yaşını doldurmamış kızlar çocuk gelin sayılmaktadırlar. Kanunlar arasındaki bu uyumsuzluk, geleneksel yaşayışa sahip ailelerin, kız çocuklarını erken yaşta evlendirmelerine karşı verilen tüm mücadeleleri sonuçsuz bırakmaktadır. Aile bakanlığımızın bu konuda bir çalışma yaparak bu durumu düzeltmesi gerekmektedir. Çocuklar bizim geleceğimiz. Onları sevgiden mahrum bırakmayalım. Sevelim, koruyalım ve gözümüz gibi bakalım.
İSHAK BEYAZAY