Geçtiğimiz hafta kısa bir ziyaret için Sivas’taydım. Her ziyaretimdeki gibi olabildiğince fazla gözlem yapmaya gayret ettim. Tabi söz konusu Anadolu olunca temel tartışma alanları da tarım ve hayvancılık oluyor. Gitmeden önce zihnimdeki konular; saman ithalatı, Tarım Bakanı’nın ‘Erkekseniz şimdi yolsuzluk yapın” açıklaması, fındık üzerinden yürütülen tartışmalar ve Rusya’dan et ithalatı yapılabileceğine dair Bakan Bey’in açıklaması vardı. Hatırlanacağı gibi Sn. Bakan, Uruguay yerine Rusya’dan et ithalatı olabilir demiş, Rusya ise et alırsanız domates alırız diyerek konuya farklı bir boyut kazandırmıştı.
Peki, bütün bu tartışmalar Anadolu’da nasıl karşılanıyor? Öncelikle şunu ifade edeyim ki, insanlarımızda sorunların çözülebileceğine dair umutlar iyice azalmış durumda. Böyle gelmiş böyle gider teslimiyetçiliği herkesi kuşatmış gibi. Ana giderlerden olan yem, gübre ve yakıt fiyatlarındaki artışın tersine kendi gelirlerinin sürekli düşmesi, onları çözüm konusunda çaresiz bir noktaya doğru hızla götürüyor. Geçen sene bir yazımızda tarım ve hayvancılığı bir ülkenin piyade gücü olarak tanımlamıştık. O yazımızdan bazı sektörel yayın organları alıntılar yapmış ve tanımlama ilginç bulunmuştu. Evet, aynı kanaatteyim. Nasıl ki bir savaşta piyadenin ayak basmadığı yer son tahlilde size ait değilse, ekilmeyen, biçilmeyen, uzunca bir süre herhangi bir yaşam emaresi görülmeyen yerler de bir zaman sonra sizin olmaktan çıkar. Tarım ve hayvancılık işte bu denli hayati bir meseledir.
Diyeceksiniz ki, fındık üreticileri çalışıyor da ne oluyor? Haklısınız o da ayrı bir yara zaten. Milyonlarca insanımızın geçim kaynağı olan fındıktan, toplam elde ettiğimiz gelir yaklaşık 3 milyar USD civarında. Ancak İtalyan Nutella firması 500 çalışanı ile 10 milyar USD ciro yapıyor. Üreticinin 8-9 liraya sattığı fındık, tezgâhta 60 lira. Dünyada fındığın anavatanı biziz ama işin sadece hamallığını yapıyoruz. Bütün üreticilerimiz Batılıların mevsimlik işçileri gibi.
Köyleriyle beraber yaklaşık 30 bin nüfuslu Suşehri’nde bir marketler zinciri yüz metre arayla iki mağaza açmış. Herkes büyükşehirlerden gelen yerli turistlere göre yatırım yapıyor. Köyler tamamen yaşlılara terkedilmiş durumda. Onlarda emekli maaşlarının yolunu gözlüyorlar. Hareketin olmadığı yerde doğal olarak bereket de olmuyor. Kendi tarlasının yüzü yabani otlardan görünmeyen köylüler, zincir marketlerden aldıkları Meksika nohutuna kaşık sallıyorlar. Büyükşehirlerden tersine göçü teşvik edecek yatırımlar yapılmadığı müddetçe sorunların çözümü mümkün değil. Bir ülkenin bütünlüğünü korumak tek başına sınırlarını muhafaza etmekle olmaz. O sınırların her bir metrekaresindeki canlılık o toprakların en doğal koruma yöntemidir.
“Orda bir köy var uzakta” şarkılarıyla büyütülmüş bir nesil artık uzaklarda bir köyleri olduğunu bile hatırlamıyor. Bu durum daha fazla sürdürülemez. Tarım ve hayvancılık konusu Milli Güvenlik Kurulu toplantılarının ana gündem maddeleri arasına girmeli artık. Şimdilik ithalatla günü kurtarıyoruz. Kredi kartıyla ekmek almak zorunda kalan çaresiz insanlar gibiyiz. Borçla karın doyuruyoruz. Bu duruma dur demek için daha fazla zamanımız kalmadı.
İyi de bütün bunlara rağmen yazıdaki başlık da ne demek oluyor diye düşündüğünüzü biliyorum. Hani 1999’da İtalya’da kurulmuş olan Cittaslow yani dünyadaki sakin ve huzur veren şehirleri ilan eden uluslararası bir organizasyon var. Türkiye’den de bazı beldelerimiz bu kategoriye alındı. Cittaslow için bir anlam ifade eder mi bilmem ama aslında Anadolu’nun köyleri, kasabaları bugün sessiz ve sakin durumda. Ancak bu sessizlik huzur ve mutluluk veren değil, insanı derin düşüncelere salan kahredici bir sessizlik.