Anadolu notları

Abone Ol

Senelik iznimizi ve Kurban Bayramı tatilimizi “hanım köyümüz” Balıkesir Gönen’de geçirdik. Elbette gazetecinin tatili olmuyor. Dost ve akraba sohbetlerimizde yurdumuzun kesif gündemiyle baş başa kalarak muhabbetler gerçekleştirdik. Türkiye’nin gündemi dolu. Özellikle Amerika’nın döviz üzerinden açtığı “ekonomik savaş” gündemimizin ilk sıralarında. Bizce Rahip Brunson olayı işin sadece magazinel boyutu. Hani, kuzu ırmağın aşağı tarafında su içiyormuş, ırmağın yukarısında olan kurt ise, “Sen benim suyumu bulandırıyorsun, ben seni yiyeceğim” demiş. Kuzu, “Aman kurt kardeş, ben ırmağın aşağısındayım, senin suyunu nasıl bulandırabilirim” deyince, kurt, “Olsun” demiş, “Ben seni yine de yiyeceğim.”

Türkiye, yaklaşık 16 yıldır ekonomi politiğini “satalım” zihniyetiyle yönetiyor. Kârlı, verimli, stratejik kurumların tamamı üç otuz paraya satıldı. Hâlâ satılmaya devam ediliyor. Bir ülkenin parasal gücünü ortaya koyan değer, üretimden kaynaklanmaktadır. Üretim, üretim, üretim… Bir ülkede üretim yoksa ihracat da yoktur, o ülkenin devler liginde mücadele edebileceği gücü de yoktur. Bizce doların başını alıp gitmesinin temelinde tüketim ekonomisinin üretim ekonomisinden aldığı intikam yatmaktadır.

Fabrikalarımız birer birer satılırken, onların yerine yenilerini koyabildik mi? Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 10’un altına düşmüyor. Özellikle genç nüfusun işsizliği, üniversitelerden, liselerden mezun olan milyonlarca insanın yürek burkan bir hayal kırıklığıyla sonlanıyor. Türkiye ekonomisinin genel durumunu Refahyol hükümetinin ekonomi başdanışmanı Osman Altuğ ne güzel özetlemişti; “Üçkâğıt ekonomisi”… Borsa, döviz, faiz…

Ekonomimizde yapısal reformlar bir türlü gerçekleştirilemiyor. Ar-Ge ve inovatif ürünler noktasında çalışmalar yapılamıyor. İhracat yapıyoruz, ama ithal ikamesiyle… Yani, milyarlarca liralık dövizi yurt dışına aktarıp, ürünlerin üzerinde birkaç oynama yapıp, ondan sonra dışarıya satıyoruz.

Türkiye ekonomisinin üçkâğıt ekonomisinden sıyrılıp üreten ve tüketim ekonomisinden kurtulan bir yapıya kavuşturulması için acilen yapısal reformlarının gerçekleştirilmesi gerekiyor. Yatırımcının önünü açmak, tüketimden üretime geçiş zihniyetinin acilen hayata geçirilmesi gerekiyor. 

Yaklaşık 16 yıldır yaslandığımız birkaç ana sektör dışında, sektörler bulup, inovatif çalışmalarla ihracat hamlemizi gerçekleştirmek ve Türkiye’nin giderek pul olan parasına “kökten” bir değer kazandırmamız gerekiyor.

İşin kolayına kaçmamamız, “Dış mihraklar Türkiye ekonomisi üzerinde oyun oynuyor” diyerek hamaset kokan nutuklar atmamamız, Türkiye’nin ekonomisine enerji, sinerji, dinamizm kazandırmamız gerekiyor.

Maalesef, Türkiye’nin lirası, döviz karşısında erirken, atı alan Üsküdar’ı geçerken, reel sektör dövizin artışı karşısında inim inim inlerken, biz sadece nutuk atarak her şeyi tersine çevireceğimizi zannediyoruz.

“Türkiye’nin ekonomisi güçlüdür, dövizin artması karşısında ezilmez, eğilmez, bükülmez” demek kolay. Bir de bunu tersinden görmek, reel sektörün döviz kurunun hamallığını yaparken, sırtındaki yüke bir omuz atabilmek lazım.

Gerçekler başka…  Nutuk başka…

Türkiye’nin eriyen Türk Lirası’nın hali ise bambaşka bir görüntü çiziyor.