Tüm dünya bilir ki, insanlığı sömüren sisteme karşı çıkarak Yeni Bir Dünya kurmak Saadet Partili Milli Görüşçülerin hedefleridir. Yarım asırlık siyasi çabalarını bunun üzerine koyarak yapmıştır. Tüm dünyada zulüm gören Müslümanları, mağdur edilen insanları zulümden kurtarmak için Müslümanların Kur’an’da emredildiği gibi bir araya gelmeleri gerektiğini anlatırlar. D-8’lerde tecessüm ettirilen İslam Birliği’ni savunduğu için de dört siyasi partisi kapatılmış, kurduğu sivil toplum kuruluşlar kapatılmış, malları gasp edilmiş, birçok baskı çeşidine muhatap kalmışlardır.
Dış politikada yaşananlar en başında ülkemizin kendi çıkarı için bile D-8’lerin kaçınılmaz çözüm olduğunu ortaya koyuyor. Şu bir gerçektir ki, D-8’ler kurulduğundan itibaren faaliyetlerine devam etseydi; dünyada 11 Eylül saldırıları ile başlatılan Ortadoğu işgali olmayacaktı. D-8’ler kurulduğu misyon üzerine faaliyetleri Müslüman ülkelerin liderleri tarafından devam ettirilseydi Afganistan ve Irak Amerika tarafından; Libya Fransa tarafından işgal edilemeyecek, sosyal medya üzerinden harekete geçirilen “Arap Baharı” yaşanmayacak, her insan kendi ülkesinde yaşamaya devam edecek, dünyada mülteci/sığınmacı problemleri bu düzeyde olmayacak, Budistler Arakanlı Müslüman kardeşlerimize zulmedemeyecek, Orta Afrika’da Müslümanlar yakılmayacak, Müslümanların çocukları yetim/öksüz kalmayacak, mazlum coğrafyanın insanları organ mafyasının kaynak sağlayıcısı olmayacak, uyuşturucu ticaretinde bizim çocuklarımız kurban olmayacak, daha da iddialı bir konuyu da ifade edelim, ülkemiz bir ekonomik sıkıntı içinde olmayacaktı.
D-8’ler yüz küsur projeyi içeren ekonomik, kültürel konuyu içeriyordu. Başta D-8’lerin üyesi olan ülkeler olmak üzere tüm coğrafya Batı’nın pazarı olmaktan kurtarılarak kendi emeğine sahip çıkacak, her ülke diğer Müslüman kardeşinin eksiğini gidermek üzere siyaset üretmeye devam edecekti. Salı günü maddeler halinde bahsettiğimiz konular gerçekleşmiş olacaktı.
Bu gerçekler apaçık ortada. D-8’lerin aktif olarak çalıştırılmamasının bedelini de sadece Müslümanlar değil tüm insanlık ödüyor. Dünya artık öyle bir noktadaki kimse tek başına kalarak ayakta kalamaz. Bunun en büyük ispatı G-7’ler, AB, G-20’ler ve dünyanın diğer bölgelerinde kurulan bölgesel birliktelikler. Bu birliktelikler bile Müslümanların bir araya gelmek zorunda olduğunu ortaya koyuyor.
Bu derdimizden de iktidar ve bazı Müslümanlar sahiplenmiyor diye vazgeçecek değiliz. Bizler Müslümanlar kardeştir düsturunu hayata geçirmek için her durumu değerlendirmeye, Müslümanların dertleri ile dertlenmeye, elimizden geldiğince yaralarını sarmaya devam ediyoruz. Diğer yandan bu konu hakkında yapılan faaliyetleri, akademik çalışmaları, yetki ve söz sahibi kişilerin açıklamalarını takip etmeye çalışıyoruz. Bu çalışmalarımız sonucunda da önümüze bazı çalışmalar çıkıyor.
Müslümanların birlik olmasına dair ülkemizden bir akademisyenin bir haber ajansına verdiği söyleşi takıldı çalışmalarımıza. Akademisyenimiz ciddi bir şekilde “seküler hilafet kurulmalı” tezini ortaya atıyor. Ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Müslüman ülkelerin seküler bir şekilde bir araya geldiği seküler bir hilafet kurmalı. Bahsettiğim dinî bir yapılanma değil, dinî bir hilafet değil. Kendilerine karşı gelen saldırılara, tehditlere karşı bir araya geldikleri siyasi yapılanma. Hilafet gelirse şeriat gelir, değil. Böyle değil, siyasi güç olarak Müslüman ülkeleri BM’de temsil edecek bir halife gerekiyor.”
Akademisyen arkadaş söyledikleri konusunda kendisini bile ikna edememiş ki ve kafası o kadar karışık ki, durmadan “seküler bir hilafet” kavramını tekrar etme gereğini duyuyor. Müslümanların yaşadıkları yüzünden birlik vurgusunu duyunca dersiniz ki iyi bir şey diyor. Ama ortaya attığı “seküler hilafet” kavramı, halifenin ne demek olduğunu ortaya koyuyor. Yani iddia ettiği Müslümanların temel kavramlarını bilmediği. Ülkemizde akademisyenlerin kendi inanç değerlerini bilmemeleri, kavramlarını bilmemeleri şaşırtıcı değil. Zira üniversitede hocalık yapacak kadar yeterliliği aldıkları eğitim sistemi Batı kavramları ile örülmüş bir eğitim paradigması. Akademisyenimiz “seküler hilafet” derken almış olduğu Batılı eğitimin temel kavramlarını da bilmediğini ortaya koyuyor. Bazıları da bu sözlerimize karşı, “Ama belki akademisyen yeni tez ortaya koymaya çalıştı” diyecek. Yok, bacım bu tür çalışmalar yeni değil. Bizler bu tür kavram kargaşası oluşması için çalışan Siyonist kuruluşları ve eğittikleri insanları biliyoruz. Siz elma ile armudu aynı kefede tartarak bir fiyat biçemezsiniz. Yani “seküler hilafet” diye bir zırvalık olmaz. Ne o öyle, “Alkolsüz bira, alkolsüz viski, helal şarap” der gibi!
Bu açıklamayı yapan akademisyenin gerçek niyeti nedir bilemeyiz. Bulunduğu konumdan daha iyi yerlere gelmek için birilerine mavi boncuk dağıtıyorsa, ne laikleri üzelim ne Müslümanları üzelim düşüncesi varsa bizi ilgilendirmez. Ama ortaya atmış olduğu tez tamamen zırvalıktır. Akademik bir çalışma yapmadan, bir tez ileri sürmeden önce o konu hakkında daha önce bir çalışma olmuş mu, buna bakmak bilimsel adımlardan biridir. Akademisyen herhangi bir konuda bir görüş bildirmeden önce o konu hakkında daha önce hangi çalışmalar yapılmış diye literatür taraması yapmak zorundadır. Akademisyenimiz ya gökten zembille indi dünya ve ülke tarihinden haberi yok ya da göreve getirenlere karşı minnet duygusu ile bu açıklamayı yapıyor. Yalnız buna akademide zırvalık denir.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. D-8’ler zaten Müslümanları hayattaki her alanda bir araya getirme çalışmasıydı. Sen bunun üzerini örterek “yeni bir şey söylüyormuş” gibi yapıyorsan sadece “muş” gibi yapıyorsundur. D-8’lerin sadece ekonomi alanında ortaya koyduğu tek proje hayata geçirilmesi için çaba sarf etmeyenlerin de “Müslümanlar bir araya gelmeli” söylemleri “Sakallı Hüsnü”lere ninniden başka bir şey değildir.