Almanya köyünü üretimle tuttu. Türkiye köyünü göçle boşalttı.

Abone Ol

Almanya sanayiyi köylere kadar yayarak insanı yerinde tuttu. Türkiye ise üretimi metropollere yığarak köyleri göçe mahkûm etti. “Milli gelirin üçte ikisi 10 ilden” manşeti, yanlış kalkınma tercihlerinin açık itirafıdır.

Sabah gazeteyi elinize alıyorsunuz.
Bir manşet gözünüze çarpıyor ve içinizden bir şeyler kopuyor:
“Milli gelirin üçte ikisi 10 ilden.”

Bu cümle bir istatistik değil, bir itiraftır. Boşalan köylerin, kapanan atölyelerin, göç yollarına düşen gençlerin kısa özetidir. Yıllardır anlatılan “büyüme” hikâyesinin sahadaki karşılığını tek satırda anlatmaktadır.

“Milli gelirin üçte ikisi 10 ilden.”
Bu manşet, sadece bir ekonomik tabloyu değil; Türkiye’nin yıllardır sürdürdüğü yanlış kalkınma anlayışını gözler önüne seriyor. Üretimi birkaç büyük şehirde topladık, sonra da Anadolu neden boşalıyor diye şaşırıyoruz. Oysa mesele sonuçta değil, tercihlerdedir.

Almanya’da sanayi yalnızca Berlin, Münih ya da Frankfurt gibi metropollerin işi değildir. Üretim, köylere ve kasabalara kadar yayılmıştır. Alman ekonomisinin bel kemiğini oluşturan Mittelstand (aile işletmelerine dayalı, orta ölçekli sanayi ve üretim şirketleri) yapısı sayesinde, nüfusu birkaç bin olan yerleşimlerin kenarında dahi fabrikalar, atölyeler ve küçük sanayi siteleri bulunur.

Bu işletmeler yüzlerce işçi çalıştırmaz; ama yüksek teknoloji üretir, dünya pazarına ihracat yapar. En önemlisi de insanları doğdukları yerde tutar. Almanya’da gençler iş bulmak için metropollere göç etmek zorunda kalmaz. Çünkü devlet, üretimi insanın ayağına götürmüştür.

Bu tablo tesadüf değildir. Almanya’da devlet sanayinin nerede gelişeceğini bilinçli biçimde planlar. Fabrika kırsala kuruluyorsa yol oraya yapılır. Enerji maliyetleri düşürülür, krediye erişim kolaylaştırılır. Meslek okulları ve teknik eğitim merkezleri doğrudan sanayiyle eşleştirilir. Böylece köy boşalmaz, şehir şişmez; sosyal denge korunur.

Türkiye’de ise tam tersi bir tabloyla karşı karşıyayız. Sanayi yatırımları birkaç büyükşehirde yoğunlaşmış, teşvikler merkezlere yönelmiş, Anadolu üretimden koparılmıştır. Köylerde tarım zayıflamış, kasabalarda sanayi gelişmemiş, gençler iş için büyükşehirlere göçe zorlanmıştır. Bugün 10 ilin milli gelirin yüzde 64,5’ini alması, geri kalan 71 ilin ise nüfusun yarısını barındırmasına rağmen gelirin yalnızca yüzde 35,5’iyle yetinmesi bunun sonucudur.

Bu tablo kader değildir.
Bu tablo, kalkınmayı betonla, rantla ve ithalatla karıştırmanın bedelidir. Büyükşehirleri büyütürken Anadolu’yu ihmal etmenin doğal sonucudur.

Oysa Türkiye bu yolu daha önce denemiştir. Merhum Necmettin Erbakan, ağır sanayi hamlesiyle sanayiyi birkaç merkeze hapsetmek yerine Kars’tan Edirne’ye kadar yaymayı hedeflemiştir. Kurulan her tesis, bulunduğu şehrin kaderini değiştirmek üzere planlanmış; amaç insanı iş için göçe zorlamak değil, işi insanın ayağına götürmek olmuştur. Bugün Almanya’nın başarıyla uyguladığı modelin benzeri, Türkiye’de yıllar önce başlatılmış; ancak yarım bırakılmıştır.

Tam da bu noktada Saadet Partisi’nin savunduğu yaklaşım, geçmişe özlem değil; yarım kalan bir kalkınma yürüyüşünü tamamlama iradesidir. Saadet Partisi’ne göre kalkınma; birkaç metropolün büyümesi değil, köyden şehre kadar ülkenin tamamının üretime katılmasıdır. Sanayi Türkiye sathına yayılmadan ne göç durur ne de gelir adaleti sağlanır.

Almanya köyünü üretimle tuttu.
Türkiye köyünü göçle boşalttı.

Bu tabloyu tersine çevirmek hâlâ mümkündür.
Yeter ki tercihler ranttan değil, üretimden yana yapılsın.
Gerçek kalkınma; beton kulelerde değil, Anadolu’nun dört bir yanında yanan fabrika ışıklarında gizlidir.

Sanayiyi Anadolu’ya yaymayan, köyü üretimle buluşturmayan hiçbir iktidar, bu millete “kalkındık” diyemez.

İşte bu yüzden Saadet Partisi, kalkınmayı birkaç metropole değil; köyden şehre kadar Türkiye’nin tamamına yaymayı savunur.

Üretim köyde yoksa, adalet şehirde olmaz.