Ondan başlamalıyım yazmaya girişini yapacaktım, ODA TV’de duyurulan AKP’li ünlülerin yemekli toplantılarından üretilen yorumların izahına ve mizahına. Sonra o AKP’li isimlerle insanlarımızın haber okuma haklarını kirlendirmek endişesiyle vazgeçtim. Fakat yine de bir yerlerinden gireyim dedim; mademki bu kadar güzel malzeme oldular, yedikleri içtikleri onların olsun, biz haklarını yemeyelim dedik.
AKP’nin her yere uygun ünlü adayı Binali Yıldırım yemek davetini vermiş ama, Yeşilçam’ın macera filmlerinin esas oğlanlarını aratmayan iki karakter yine konuşulanlar olmuşlardı.
Birisi demirbaşlardan sayın Arınç. Rakibi ise daha önceki bir tarihte sayın Arınç’ın oğlundan havaalanlarının VİP salonlarında tacize uğradığını duyuran M.Metiner bey.
Soyadına tanındığına inandığı milletvekili olma hakkını bu dönem oğluna kullandırarak, danışmanlık sıfatı ve maaşıyla yetinen Bülent Arınç artık ne demişse adını yazdığımız diğer eski milletvekili AKP’li hakkında, ki haber siteleri “Ağır sözler sarfetti” diye duyurmuşlardı. İşte cevap hakkı kullanılmış burada, o muhatap tarafından.
Ünlü o iki AKP’linin bu tür aşık atışmalarını her okuduğumuzda, AKP’lidir, birbirlerine ne derlerse yeridir deyip duracak değiliz. Bizim de kendimize göre işimiz, gücümüz var.
Lakin başta söylediğimiz ve yazmaya kendimizi mecbur hissettiğimiz yere geldiğimizde, sizlerin de takdir ettiğiniz gibi malzemeleri iyi kullanırız. Yeterki unutturmasınlar kendilerini, icraatlarını sergilesinler pazar içinde.
“Bülent Arınç’a cevabımdır. Biz ne trolüz ne de açık ve gizli FETÖ’cüyüz… Ama sen aynaya bakarsan ne olduğunu görürsün..”
Mikrofonu eline alıp bırakmadığında M.Metiner ve artı bir AKP’li için daha ağır sözler sarf etmişti diye anlatılan Bülent Arınç’a, yukarıdaki cevabı vermiş Sayın M.Metiner. Ağırlığını tartışmaya gerek yok diyoruz ve soruyoruz:
Bir insan ne olduğunu illa kendi mi öğrenmek zorundaki, aynaya bakma tavsiyesi yapılıyor? Aynada görülecek yüzün kanunen sakıncalar ihtiva ettiği söylenmek isteniyorsa burada, neden bütün hukuki yolları bildiğine inanılan bir eski milletvekili devletin Adliyesine doğru yol almıyor?
Trol olmadığını, açık ve gizli FETÖ’cülükle ilgisinin bulunmadığını vurgulayarak Bülent Arınç’a cevaba başlayan sayın M.Metiner’in bu tavrını, Cem’in ünlü karikatüründeki “Ben başkalarına hırsız, hamiyetsiz demezsem, benim öyle olmadığım nasıl anlaşılacaktır” iddiasıyla paralelleştirmeden sormak isteriz. Bildiklerinizi neden bir hukuk müessesesinin yetkilisine anlatmıyorsunuz? Yoksa hakkınızda “Davalının şaşkını derdini mübaşire anlatırmış” darbımeseli güncellenebilir. Mübaşir, yani yemek masalarında yiyenlere uzaktan bakan gazeteciler.. Hani kopan bir şey vardı bu işlerin sonunda.
İki AKP’linin bu kadarcık muhabbetide mi yazı konusu olurmuş diyenlerimiz beklesinler, devamı var sayın M.Metiner’in dediklerinin.
“15 Temmuz ruhuna sahip milletimizin gözünde bizim de yerimiz bellidir senin de..
Kimin ne ayak olduğunu da, kimin siyasi ayağı olduğunu da milletimiz gayet iyi biliyor..”
AKP’lileri bilmek hakkını kullanan milletimizin sergiledikleri veya gösterdikleri tavır elbette önemsenecektir ama, o bilme hakkından hukuk kurumlarındaki yetkililerimiz neden mahrum kalacaktır yahut kalmalıdır? Sorusuna cevap aranmaz mı sayın M.Metiner’in yukarıdaki bilgi paylaşımından sonra? Cevabınız evetse, aydınlanma hakkınızın peşine düşmelisiniz. Zira sayın M.Metiner “Şimdiki koltuğun olmasaydı milletin için çıkamazdın” da demiş, AKP’ye çaycı olmaya gitmiş ünlü kurucu dörtlerden biri olan sayın B.Arınç’a.
“Erdoğan’a karşı güç gösterisi” başlığıyla duyuruldu haber demiştik ya, sayın M.Metiner’in bu anlatıma da itirazı var.
“Binali Yıldırım AK Parti’nin eski bakanlarıyla yaptığı bu yemekli toplantı Reis’in bilgisi dahilinde..”
B.Arınç’ın kim olduğunu biliyordu, Reis’in bilgisi dahilini de biliyor. Olabilir.
Fakat bu noktada sayın M.Metiner’e, 15 Temmuz ruhuna sahip insanların bir soru hakkı doğuyor: Partililerinin yemekli toplantılarını bilgisi dahiline alan Reis, orada kimin ne konuşacağını da bilgisi dahiline alamaz mı? Kendisine böyle zor sorular sorulmayan sayın M.Metiner, keşke yemekli toplantının “Kaz Partisi” tanımına bir açıklık getirseydi. Malum “kaz” denince milletimizin aklına kanal kazmak emri değil, yolunacak iri bir kümes hayvanı gelmektedir. Gerçi yenilen kazların Kars’ın ünlü kazları olduğu vurgulanmış ama, biz o geçmiş zaman fıkrasını anlatarak kafalarda oluşan sorulara cevaplar bulunmasını kolaylaştıralım diyoruz, sabrınıza sığınarak..
Tarihi meseldir, biz de aslına sadık kalarak yeniden yazıyoruz, sözümüz gereği.
Padişah veziri ile şöyle bir dolaşırken karşılarına çıkan ve kendi işini görmeye çalışan bir köylü ile muhaverata başlar.
“Emice, erken kalkmadın mı?”
“Erken kalktım ama” der köylü, “El aldı.”
Padişahın bu sorusuna verilen cevabı içinden yorumlamaya çalışır vezir efendi. Erken kalkmaktan murad, galiba Şam’da kılınacak namazdır. Elin alması ise Rusya’nın gelip yerleşmesi olmalıdır.
Padişah ikinci soruyu da sorar.
“Emice, uzağı ne yaptın?”
“Uzağı çok yakın ettim” der köylü. Vezirin yorumunda ise, Amerika var. Çok uzakta idi, getirdik kendimize kapı komşu eyledik.
“Emice, ikiyi ne ettin?” Köylü de tereddüt yok cevap çoktan hazır.
“İkiyi üç ettim.” Vezir de sevinçli. Kolay bir soruydu, iki partili ittifakın üç partili olması şifrelenmiş olmalı der içinden.
Köylüsünden kendini memnun eden cevapları alınca padişah, son bir soru sorar.
“Sana bir kaz yollasam…” Gözleri ışıl ışıl parlar köylünün.
“Yolma kabiliyetim iyidir, Allah affetsin” cevabını anlamakta zorlanırken ve kaz hayvanını ülkede çok görülen pelikan kuşlarıyla kıyaslamaya durmuşken vezir efendi, padişah ona döner.
“Muhaveremizin kodlarını çözdün mü?”
“Bilgim dahilinde olması haddim değildir efendim.” Diyen vezirin bu beklenen cevabından sonra köylünün yanına yollandığı ve o köylüce bir eğitime tabii tutulduğunu, bütün tarih kitapları yazar. Cevaplar burada tekrarlanmayacaktır. Sadece kaz meselesi aydınlatılacaktır. Fakat bizim tarafımızdan değil.. Bu yazımızı okuyan bu ülkenin kıymetli insanlarına düşmektedir o aydınlatma işi. İsteyen ampul yaksın, isteyen yolunan kaz tüylerini..
TELEFON YOK FİLM VAR, TELEFON ÇOK SANSÜR VAR
Sansür vak’aları ülkemizde ayıplanmakla, kınanmakla yok olmayacak bir zihniyetin gücünü hep koruduğunun delilidir, ispatıdır, tescilidir.
Hürriyet’ten Kanat Atkaya tesbit etmiş ve yazmış. Biz de varlığını o zihniyetin, koruduğunu bir daha öğrendik. (04,02,2020-Sizi gidi sansürcü gibicibicisler-Hürriyet)
Konu, Yeşilçam’ın “Neşeli Günler” filminin bir tv kanalında tekrarında, bir sahnesindeki “İçişleri Bakanı arkadaşımdır, bir telefonla çıkardım” cümlesinin sansürlenmesidir.
1978 yılı yapımı film sinemalarda ve tv kanallarında 40 yılı aşkın bir zamandır gösterime sunulurken hangi içişleri bakanını rahatsız etmiştir hükumet listelerindeki, gibi bir soru bu son sansür olayına kadar manasızdı ama, artık ete kemiğe bürünmüş oldu.
Kadıköy vapurunda jilet satan işportacı Şener Şen’in şikayet üzerine karakolda tutulmasına son veren ağabeyi rolündeki Münir Özkul’dur. Kendisi için verilen zahmeti bu cümlesiyle küçümser Şener Şen. “İçişleri Bakanı arkadaşımdır,bir telefonla çıkardım.”
Gösterildiği kanalda (Show Tv) bu cümleyi bugün sakıncalı gören sansür kurulu acaba hangi manaya takılmıştır?
“İçişleri Bakanı arkadaşımdır, bir telefonla ..” denilmesinden bir rahatsızlık duyuluyorsa, bu İçişleri Bakanının hiç arkadaşının olamayacağından mı, yoksa arkadaşlarının İçişleri Bakanına telefonla ulaşamayacaklarından mı kaynaklıdır?
Bir eli çatışma bölgelerinde namaz kılarken, bir eli deprem bölgesi valisinden algı raporu alan ve bu arada Antalya’ya gelen turist sayısıyla da ilgilenen sayın İçişleri Bakanı’mızın meşguliyetleri arasında arkadaş telefonlarına yer olmadığını böyle ilan ediyorsa, yani bir film cümlesini keserek çare ürettiğini sanıyorsa o tv’nin sansürcüleri, bize de geçen asırdakilerden farklı olmadıklarını iddia etmek kalır.
Fatma Girik’in de rol aldığı bir film senaryosunun sansür kurulunda başına gelenleri yazdığımız ve “Ordaki köyün adı var. Trafalgar” kitabımıza aldığımız bir hikayemiz vardı: “Bu senaryo olmaz!”
Demans teşhisli bir yaşlı kişinin emekli devlet memuru olduğu filmin başındaki gardrop görüntüsünden anlaşılınca kıyamet kopar.
Bir başka filmde (Yılanların Öcü) tarladaki ekin boyunun küçüklüğünü, ülkemizi fakir gösteriyor diyerek kabul etmeyen sansür kurulu, o gardropta hiç bir üniforma ve forma görüntüsü istemez. İmam cübbesi hariç.. Film de öyle çekilir ve ne Diyanet teşkilatından ne de yüksek makamlarda oturan imamlardan itiraz gelmeden sinamalarda yıllarca gösterilir.
Sansür Kurulu zihniyetini bir kez daha yazdıktan sonra dönüyoruz gündemdeki taze sansür uygulamasına. Zira söyleyeceklerimiz var.
Haziran ayının ilk haftasında sosyal medyada paylaşılan bir twit vardı. Bir futbol kulübü yöneticisi vizesiz kalınca ve yurt dışına çıkış izni verilmeyince, sayın Cumhurbaşkanını ismiyle yazarak aradığını, onun da Dışişleri Bakanını devreye sokarak sorunu çözdüğünü bir twit paylaşımıyla aleme duyurmuştu.
Biz de bu sayfada 8 Haziran’da o konuyu işleyerek, o şahsa mahsus özel ilginin en azından böyle ilanının yanlışlığını (filan) yazmıştık.
40 küsur yıl önceki bir filme, halka duyulan güvensizliğin nişanesi bir zan ile sansür uygulayanlar, bu anlattığımız futbol kulübü yöneticisi twitinin yaydığı olumsuz etkiden kurtulamadıklarını da böylece kayda aldırmış oldular.
Güzel atasözlerimiz vardır bizim. Bir tanesi şimdi aklıma geldi, konumuzla ilgisi olmasa bile.
“Eşeğini dövemeyen, semerini dövermiş!”
Atalarımız böyle demişler. Niye demişlerse artık?
BAKAN ÇIĞI GÖRDÜ GAZETECİ AÇIĞI
“İkinci çığ felaketine CB Başdanışmanı Gülşen Orhan sebep oldu” haberini duyuran gazetecinin “Teyitsiz bilgi verdiğim için özür diliyorum” açıklamasına dokunmadan sayın Başdanışmanın izahatını anlamaya çalışalım.
İlk çığ felaketini Ankara’da öğrenince ilk uçakla Van’a gittiğini belirten sayın Başdanışman diyorki: Cenazeleri alıp Bahçesaray’a konvoy halinde hareket ettik. (…) Olay yerinde çalışan ekipleri, son durumu görmek için çığ bölgesine uğrayıp tekrar dönmek üzere konvoydan ayrıldım. Tek araba ve birkaç kilişik bir ekip olarak olay yerine vardık. Araçtan indikten iki dakika sonra çığ hepimizin üzerine düştü.
Sayın Başdanışmanın bu anlattıklarına yürekten inanırız biz de. Lakin çığ bölgesine, üstelik bir araçla gitmemesi gerektiğini bilmeliydi veya danıştıkları söylemeliydi. Çığ bölgesinde bir üst yetkilinin olması neyi değiştirecekti? Bir Başdanışman geliyor telaşı mı oldu, oluşturulmak istenen moral motivasyonundan çok?
“Ben vardığımda iş makinası çalışmıyordu” da diyen sayın Başdanışmanımıza yetkililer çalışmama sebebini o gelmeden söylemeliydiler. Yani o çalışmama da çığ tehlikesini önlemek gibi bir durum varsa…
Yüreklerimizi yakan bu doğal felaket şehidlerini unutmayacak milletimiz, sayın Başdanışmanımızın bu fedakarlığını da unutmayacak ve takdir edecektir. Ünlü gazeteci Ahmet Hakan beyin de “Teyid etmek yok, suçladığı kişiyle görüşmek yok, yeterince araştırmak yok, sorumlu davranmak yok” şeklinde yazarak azarladığı gazeteci ve özürlerini biz de kayda değer saymayız.