Milli Gazete’nin merhum Mursi’nin ölüm yıldönümünde attığı manşeti yorumlamış Akit TV’nin iki iri elemanı. Mustafa Kurdaş ve Bilali Yıldırım’ın “Buyrun Başlıyoruz” programını seyrederken haberim oldu. Sonra tekrar baktım.
“Saraydan zindana
Zindandan şehadete”
Milli Gazete’nin bu manşetinin “Külliyeden zindana” demek maksadıyla yazıldığı iddiasıyla sözlerine başlayan sunucu F.Dağıstanlı’ya niyet okuyucu demeyeceğiz. Panayırlarda, bayram yerlerinde önündeki tabladan katlanmış niyet kağıtlarını çeken renkli kuşlara yahut tavşan yavrularına yazık etmemek için..
Zira o kişi sapla samanı karıştırırken ve kimin ne zaman abdest aldığını, kimin ne zaman ibadet yaptığını bilmek iddiasını üfürürken, kerametlerini de sayıp dökmektedir. Mesela Cumhurbaşkanı’nın 10 yıllık planlarından da haberdar olmak gibi..
“Saray” çağrışımından uzak durmak için “Külliye” tanımının AKP’ce ve medya yazıcılarınca tercih edildiğinden bihaber F.Dağıstanlı’nın “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Külliye ile özdeşleştiremezsiniz” cümlesini manalandırmayı yine kendi söylediklerinde arayacağız.
“Kötü yorum” yaptığını söyleyen yorumcu Akhasanoğlu bey saraydan kelimesi yerine Cumhurbaşkanlığından kelimesinin daha uygunluğu iddiasına ise F.Dağıstanlı “Milletin gönlünden zindana” de itirazı ile karşılık veriyor. Merhum Mursi böyle anlatılırsa, kimsenin aklına Cumhurbaşkanı Erdoğan gelmezmiş.
“Mursi camiden, cemaatten gitti” iddiasını da F.Dağıstanlı’dan duyduk. “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız…” Ziya Gökalp şiiriyle sayın Erdoğan ilgisini hatırlatmanın şimdi yeri midir bilmeyiz ama, Mursi’nin camiden, cemaatten gitmesini suçlama vurgusuyla seslendiren F.Dağıstanlı’ya biri örtülü tehditlerinin bir gün karşısına çıkabileceğini ikaz etmelidir.
“Milli Gazete okurları şehadetin ne olduğunu biliyorlar mı?”
Böyle bir cümleyi de kayda aldıran F.Dağıstanlı’ya “Utanmaları lazım” dediklerini mekanlarında aramalarını salık verirken, sıkıntısının, rahatsızlığının kaynağına varırız.
“Reklam verenler, belediyeler biliyorlar mı?”
Örtülü tehdit buradadır.
İsimi isim sayılmakta bazı belediyeler.. Akhasanoğlu’da PKK’lılara şehit demişlerdi yorumuyla “hık” demekte..
Ey ilgili makamlar! Bir muhbiriniz olarak Milli Gazete’ye reklam verenlerden rahatsız olduğumuzu işte böyle ihbar ediyoruz! Fırıncıların ekmek vermesine şimdilik karışmasak da..
12 Mart hükumetinde Amerika’dan ithal bir bakan vardı. Parlaklığı istikbaline yansımıştı. Atilla Karaosmanoğlu adlı o bakana bir milletvekili sitem etme ihtiyacı hissetmiş olmalıydı ki, Meclis kürsüsünden aynen şöyle seslenmişti: “Sayın Atilla Beyazosmanoğlu..”
Bizim de “Akhasanoğlu” dememiz o çağrışım dolayısıyla hoş görülsün. Beyaz’a yazık etmek istemeyiz elbette. Hem dört kolla sarıldıkları bir “Ak Parti iktidarı”da varken, uygun görülmüştür deyip, gereğini yaptık.
Naşit’in perde inerken söylediği repliği biz de söyleyelim. “Oyle saraya boyle supurge.”
ÜRETMEK Mİ YAKALAMAK MI?
“Böyle bir sahtekar görülmedi! Bir genç kızın hayatını mahvetti.”
Kasaba sinemasında gösterilen Yeşilçam filmine ilgi çekmeye çıkmış ergen çığırtkanların ses yükselten aliminyum konilerle yaptıkları tanıtımları andıran bu başlık Hürriyet yazarlarından Fatih Çekirge’nin 6 Temmuz 2020 tarihli yazısına aittir.
“Böyle bir sahtekar görülmedi” derken sayın Çekirge, bugün görüldüğünü anlatıyor. Söylenen sözün ya da kavramın, gerçek ya da mecaz anlamı dışında tamamen tersini anlatma sanatı olan Tariz mi yapıyor sayın Çekirge, yoksa söylenenin tam tersinin kastedildiği ironiyi mi hedeflemiştir sorusu şimdi gerekli değil. Çünkü makalesinin içinde aranacaktır, bulunmak istenen.
“Böyle bir sahtekar görülmedi” derken sayın yazar bey, Çiftlikbank tosunu olarak bilinen yavruyu veya topladığı altınlarla kaybolan kuyumcuları kastediyorsa görülmeyenler olarak, tanıtımındaki abartı hoş karşılanabilir.
Geçen asırda gazetelere çok yazılan “Polis süsü veren dolandırıcı” haberlerinin bu benzeri, işin içine teknoloji sokularak daha bir belgeli olmuş.
Kendini “Süleyman Soylu’nun sağ kolu” diye tanıtan biri, Süleyman Soylu ve Hulusi Akar’la fotoğraflar çektirmiş biri, kendisinden ayrılmak isteyen bir kızımızı tehdit ediyormuş, “Devlet benden vazgeçmez” diyerek.
Sayın Çekirge açıkça yazmasa da burada anlatılan Devlet, vazgeçmediklerine af çıkaran ittifakçı parti başkanı Devlet Bahçeli değil. Türkiye Cumhuriyeti’nden bahsediliyor.
“Bir sahtekarın, bir genç kızın ve ailesinin hayatını nasıl cehenneme çevirdiğinin hikayesi”nde, genç kızımıza sığındığı arkadaşına söylediği “Cumhurbaşkanımızla telefonda arkadaş gibi konuşuyorlar. Öldürecek beni bu…” korkusu da çok önemlidir, kaynağı bulunmalıdır icabında. Sayın İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’nun “Cumhurbaşkanımızın adını kullananlar var. Ama bunların hepsini yakalıyoruz.” Güvencesine delil dahi olabilir.
İstanbul’un silüetini bozan binaları yapan için “Arkadaşımdır, yık dedim yıkmadı” demesini sayın Cumhurbaşkanımızın, böylesi görülmeyen sahtekarlar, dolandırıcılıklarında bir samimiyet olarak kullanamamalılar. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’la konuşmasını içeren videonun montaj olduğunun ortaya çıkmasına da değinmiş sayın yazar Çekirge bey.
“Evet, ne yazık ki böyle sahtekarlar çıkıyor. Yüze yakın vak’a yakaladık” cevabını, sayın Çekirge’nin “Bu durumlar çok oluyor mu?” sorusuna veren İçişleri Bakanımız sayın Süleyman Soylu’nun “Devr-i iktidarımızda bir daha böyle şeyler olmayacak” cümlesini de söylemesini tam umduğumuz bir anda sayın yazar Çekirge bey, bakan açıklamasıyla bitirmiş yazısını.
“Kim böyle bir mağduriyet yaşıyorsa, bildirsin!”
ERBAKAN GÖLGESİ YAHUT GEÇMİŞTEN KAÇMAK
“Erbakan Türk siyasetinde gelmiş geçmiş en renkli liderlerden biriydi.
Bulduğu her boş araziye ağır sanayi fabrikası atardı.
Böyle yüzlerce temeli var.”
Türkiye Gazetesi grubundaki bir elemanın sunduğu bir tv programında bir Refahyol Bakanına saygısızlık numunesi haliyle “Ben Emin ağabeyime laf söyletmem” fedailiğine durduğu kişiye aitmiş yukarıdaki cümleler. Yazdığı Sözcü Gazetesinin müsaitliğine de şaşırmasın hiç kimse. (Emin Çölaşan – Sözcü gazetesi 07.07.2020)
Verilen cevaplar çok. Mesela 10 Temmuz yazısında Adnan Öksüz üşenmemiş listesini yapmış hayali denilen fabrikaların. Lakin cevap verilen Sözcü yazarını herkesin normal şartlar altında yaşayan bir eski gazeteci gibi kabul etmesi, arzulanan neticeyi aldırmayacaktır. Yani Erbakan’ı Türkiye’ye hizmet ederken anlamayan, bugün hiç anlamayacaktır. Dolayısıyla bu yazımızdaki muhatap adı geçen Sözcü gazetesi yazarı değildir. Tıp literatürü yaşla ilgilendirilen yeni yeni tanılar kazanmışken hele..
T.Özal’ın paraya boğduğu ve tekel yaptığı takdimci Zenger’in hatıralarında yazdığı Erbakan’ın şurubuna alkol kattık yalanının benzerlerine insanları inandırmayı çok deneyenler oldu. Milli Görüşçüler Erbakan’ı hiç bir şehirde ve mitinginde başkalarının ellerine bırakmamışlardır, gerçeğine rağmen..
Erbakan’ın Meclis konuşmalarının tekrar yayınlanmasına sebep olan sayın Sözcü yazarı hatırlamakta zorluk çekmezse bir TRT televizyonu programından bahsetmek istiyoruz.
Erbakan ayakta ve üniversitede ders verir gibi anlatırken temelini attığı fabrikaları, sunucu bir soru yöneltir. “Efendim, bu fabrikaların planlarının, projelerinin olmadığını iddia edenler var.” Erbakan’ın cevabı net: “En küçük somunlarına kadar projeleri hazırdır bu fabrikaların. Gelsinler gösterelim.”
Acaba diye soracağı geliyor insanın Sözcü yazarını okuduğunda. Acaba böyle düşünen bir kişi, bir çukura mı düşmüştü. Ve o çukurda yükseklik korkusunu hissetmeden üç gün filan mı yaşamıştı. Yokluğu o üç günden sonra mı farkedilmişti. Ve düştüğü o çukuru o kişi niyazilerinin söküp götürdüğü temelin çukur mu sanmıştı? Bitmez, acabalar bitmez bu ülkede.
Bir zamanlar Hürriyet’inin birinci sayfalarından birini koyduk buraya. Açıklandığında yerin yerinden oynayacağı iddiasını “Baba” dedikleri politikacının ağzından yazanların kıllarının kıpırdamadığını yeni kuşak gençliğimiz bilsin ve anlasınlar diye.
Türkiye’yi Yunanistan hizasına çekenlerin o dosyaları niçin adliye kurumuna intikal ettirilmemiştir. Neyin karşılığında gündemden düşürülmüşler ve hangi makamların, hangi rantların aşkına susturulmuştur gazeteci sıfatı taşıyan insanlarımız?
Gazeteciliklerini, patronlarının mal varlığının artmasıyla doğru orantılayanlar bugün o Hürriyet ve benzerlerindeki yokoluşun hesabına oturamadıklarından Erbakan’ın emeklerine iftirayı tercih ediyorlar.
Mektep görmemiş sıfatsız ve karanlık birine tv kanallarını tahsis ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin hükumetine cephe almayı, oluşacak ihanete ortaklık olarak görmeyenler, ihaneti hazarlayanlar o günleri genç nesillere konuşturmamak için bugün suni gündem peşindedirler.
Yok oluyorlarken, neden hiç kimsenin kendilerine sahip çıkmadığını sorgulamalarını tavsiye etmemizi de anlamayacaklar ama…