Düşünmelidir ki, bir takım vahşi hayvanlar bile terbiyenin tesiriyle adeta tabiatlarını değiştiriyorlar ve evcil hayvanlar arasına giriyorlar. Bir takım yabani bitkiler dahi terbiye sayesinde başka bir renk ve canlılık ile bahçelerimizi süslüyorlar.
Yine bazı adi taş parçaları da kapkara bir halde iken yapılan işlemler sayesinde parlıyor. Birer pırlanta ve elmas olarak gözlerimizi kamaştırıyor. Öyleyse en seçkin varlık olan insanın ahlakı niçin düzelmeye müsait olmasın
İnsanların ahlâkı değişebilir. Çirkin huyları güzel huylara değiştirmeye "tehzibi ahlâk" denir. Bu değiştirme, mümkündür. Mümkün olmasaydı, Nebiyyi Zişan Efendimiz: " Ahlâkınızı güzelleştiriniz." diye emretmezdi.
Nefisleriyle mücadele eden bir nice zatların ne güzel huylar kazandıkları daima görülmektedir. Riyazet, terbiye; hayvanlara, otlara, çiçeklere, hatta taşlara tesir edip dururken insanlara tesir etmez mi . "Huy canın altındadır, can çıkmadıkça huy çıkmaz" sözü her yönüyle doğru değildir. Gerçi bazı huyları değiştirmek güçtür. Fakat imkansız değildir. Tedavi sayesinde bazı hastalıklar, tesirsiz bir hale geldiği gibi, terbiye ve mücadele sayesinde de bazı huylar, hiç olmazsa tesirini gösteremez bir hale gelir, güzel huyların karşısında siner, kalır.
Güzel inanç ve güzel ahlaktan mahrum olmak ne büyük bir felakettir! Beşeriyetin saadeti, güzel inanç ve güzel ahlakla ayakta durur. Beşeriyetin felaketi de güzel inanç ve güzel ahlaktan mahrum olmanın kaçınılmaz bir neticesidir.
ALLAH Teâlâ yı bilen ve O na inanan insanlar, kendilerini bir takım dini hükümlerle sorumlu bilirler, bunlara uyar ve kötülük işlemeye o kadar cesaret edemezler, bazen etseler de hemen tevbe ve istiğfar ederler. Çiğnedikleri hakları yerine getirmeye çalışırlar.
Evet olgun bir Müslüman başkalarının mallarına, canlarına ve namuslarına tecavüz edemez. Herkesin emniyet ve huzur içerisinde yaşamasını ister. Halbuki ALLAH Teâlâ yı inkâr eden birisi, kendi nefsinin isteklerine uyar, bu sebeple de her türlü kötülüğü mübah görür, insanların malına, canına ve mukaddesatına el uzatmaktan geri kalmaz, kendi alçak duygularını tatmin etmek için her türlü ahlaksızlığı meşrulaştırır. Çevrenin saadet ve selametini düşünmez. Onun yegane gayesi kendisinin hayvanca yaşamıdır.
Böyle bir kimse, dinden ve ahlaktan mahrum olduğu için bütün insanları da kendisi gibi bu mukaddesattan mahrum görmek ister. Bu alçak hedefi uğrunda, insanlık aleminde bir arsızlık devri başlayana, namus ve fazilet kalkana ve de mukaddesattan eser kalmayana dek didinip durur.
Dünya tarihi gösteriyor ki, hangi millette böyle sapıklar, ahlakî değerlerden mahrum olanlar türediyse o milletin ahlakı ve birliği bozulmuş, kuvveti ve direnci kırılmış ve sonunda da yok olup gitmiştir. Sonuç olarak, dinsizlik ve ahlaksızlık akımı, bütün beşeriyet için bir falâket ve en büyük beladır. Bu zararlı akımın önü alınmadıkça, insanlık alemi için kurtuluş ümidi yoktur. İnsan güzel inanca ve güzel ahlaka sahip olmalıdır ki, hem dünyada hem de ahirette felaha ve kurtuluşa erişebilsin. Bu da kuru laf ile değil, dinin talimatı gereğince ciddi bir şekilde çalışmakla elde edilir. Bir zat ne güzel demiştir: "Kurtulmak istiyorsun. Ama kurtuluş yolundan gitmiyorsun. Gemi kuru yerde yüzmez bilmiyor musun "
Gerekeni yapmak ve doğru yolu takip etmek lazımdır. Dolayısıyla selamet ve saadet sahiline kavuşmak isteyenler, hak dine, üstün ahlaka sarılmalı ve bunların gösterdiği yoldan ayrılmamalıdır. Sonuç olarak, insanın kurtuluşa ermesi için arınması lazımdır. Ancak sadece bu yeterli olmayıp bedeni ibadetlere de ihtiyaç vardır. İşte: "Ve Rabbinin ismini zikredip de namaz kılmıştır" (Âlâ Sûresi:15) ayet-i kerimesi bunu ifade etmektedir.
Hiç şüphesiz zikrullah çok büyük bir yücelik taşımaktadır. Zikrullah, kalbin cilası, ruhun gıdasıdır. İnsan Cenâb-ı Hakk ı sürekli zikretmelidir.