Ahlak, siyasetten büyüktür…

Abone Ol

İnsanı da, toplumu da, ülkeleri de yaşatan nedir? Adalettir en başta. Adaletin olmadığı yerde ne huzur olur, ne sükun olur ne de selamet. 

Adalet; hep kendini haklı gören, başkalarına hayat hakkı tanımayan, başkalarına saygı göstermeyen, hakaret eden, nefret eden, yaftalayan, ayrımcılık yapanla yan yana duramaz. Adil olmak zorlu bir erdemdir. Onun üstesinden gelebilmek kolay değildir. Bu yüzdendir ki, “adil” olmak olmazsa olmaz olarak sayılsa da pek az görülen bir haslettir. Ve adil olan da parmakla gösterilir, kendinden her zaman söz ettirir.

Bir toplumda hak ve hukuk duygusunun yitimi, o toplumun huzurunu bozmaz mı? toplumunu bireylerinin birbirlerine olan yaklaşımlarında bir soğukluk, bir önyargı veya bir tereddüde yol açmaz mı? Herhangi bir zümreye mensup olanların, geri kalanlardan daha ayrıcalıklı, daha önde olması adalet dengesini zedelemez mi?

Neredeyse kemikleşmiş bir yargı olan “adalet zengine ayrı, fakire ayrı işliyor”, bugün artık herhangi bir zümre veya patiye mensubiyeti de içine alan bir çarpıklıkta değil mi? Kamunun parası harcanırken bile bu adaletsiz yaklaşım kabak gibi meydanda durmuyor mu? 

Referandum gerekçesiyle yürütülen kampanyalarda hangi tarafın ne kadar ve nasıl harcadığını herkes görmekte. Kamunun gücünün ve imkanlarının, adeta “sınırsızca” ve bir taraf için harcanması hangi adalet duygusuyla açıklanabilir? Veyahut, kamu görevlilerinin, öğrencilerinin vs birtakım faaliyetlere “dolgu maddesi” olarak dahil edilmesi haktan reva sayılabilir mi? 

Netice itibariyle, ortada duran mesele bir siyasal tercih meselesidir. Bu yaklaşım farkının, ortaya bir din, iman, vatan sevgisi turnusolü gibi konması adaletle bağdaşır mı, hakkın rızasıyla uyulur mu? Büyük bir propaganda gücüyle ve aralıksız şekilde zihinlere zerkedilen propagandalardaki suçlayıcı, yaftalayıcı, ayrıştırıcı ifadeler neticesinde toplumun bireyleri arasında bir huzur ve sükun ortamı nasıl oluşacaktır? Devlet dediğimiz mekanizmanın en başta gelen özelliği tüm fertlerini, tüm kesimlerini kucaklayıcı ve kuşatıcı olması değil midir? Yani aslında  herkese adaletle ve tarafsızca yaklaşması gerekmektedir.

Hiçbir siyasal tercih, görüş ayrılığı veya yaklaşım farklılığı, insanların birbirini kötü gözle görmesine sebep olmamalıdır. İnsanlar, herhangi bir nedenden ötürü birbirlerine karşı nefretle ve hınçla yaklaşmaya başladıkları andan itibaren, o toplumda huzur, sükun ve selameti nasıl tesis edebiliriz ki? 

Adalet, hak, hukuk meseleleri camdan bir kale gibidir. Bir yerinden zedeleyince, çatlatınca diğer taraflarından da kırılıp dökülmeye başlar. İnancımız gereği de idare etmenin önkoşulu olarak “adaletle hükmetmek” belirtilmişken, başkalarının hakkına girmeye, hukukunu gözetmemeye ve adaleti zedelemek başlı başına bir vebal olsa gerek.

İnsanların hakkını gaspetmenin, hakkına girmenin ne derece önemli olduğu, “kul hakkıyla bana gelmeyin” denilerek en net şekilde ortaya konmuştur zaten. 

Yani farklı düşünen bir diğer partinin binasına, artık hangi saikle ise, kendi farklı düşüncesini yansıtan pankart asmak vs hakla, hukukla, adaletle bağdaşmaz en başta. Siyaset bir rekabettir, bir yarıştır ama hakkın, hukukun ve ahlakın da önünde değildir neticede.