Adil Düzen; Millî Restorasyon, Yeni Bir Düzen- 2

Abone Ol

Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…

Birinci yazının başında zikrettiğim “Adil Düzen: millî restorasyon ve yeni bir düzen ihtiyacı” başlıklı yazının en sonunda yazılanlar da dikkatimi celbetti; onları da okuyalım…

“Türkiye; yaşadığı bu toz duman ortamını, ancak ve önce: Adil, asil ve asri yeni bir düzen kurucu ruha sahip, milli ve cesaretli bir hamle yaparak aşabilecektir ve aşmalıdır. Bu bakımdan Adil Düzen bütünüyle milli özellikler taşımakta ve evrensel projeler ortaya koymaktadır.

Çünkü Adil Düzen:

• Hem millî,

• Hem ilmî,

• Hem İslâmî,

• Hem de insanî esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanmaktadır.

Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve millîler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır!”

Bu girizgâhtan sonra yazının en başından itibaren üzerinde durmaya başlayalım…

“Adil Düzen: millî restorasyon ve yeni bir düzen ihtiyacı” başlıklı yazı şu bilgi notu ile başlıyor: “Bu yazı hem tebrik hem de tenkit için buraya alınmış; doğru yaklaşım ve yorumlar aynen kalmış, yanlış saptamalar ve bazı saptırmalar ise düzeltilerek ve gerekli bilgiler eklenerek aktarılmıştır.” Ahmet Özcan’ın yazısı Ağustos 2002’de Yarın Dergisi’nde yayımlanmış.

Girizgâhta yazılanlarla başlayalım…

“Hak ile Bâtıl’ın birbirine karşı üstünlük kavgasının süreci; iyilerle kötülerin çekişmesi, Rahmani güçlerle şeytani güçlerin hesaplaşma serüveni ve kısaca farklı medeniyetlerin hâkimiyet mücadelesi insanlık tarihi boyunca devam edegelmektedir.

“…İşte Biz, (galibiyet ve hâkimiyet) günlerini (ve dönemlerini) insanlar (Hakkı tutan veya bâtıla uyan toplumlar) arasında (imtihan gereği ve gayretlerine göre) böyle çevirip-devredip dururuz...” (Âli İmrân 140) ayeti de bu gerçeği haber vermektedir.

Bu sürekli evrim ve değişim; sadece farklı medeniyetler, rakip ve güçlü ülkeler arasında değil, köklü devletlerin bizatihi iç kurum ve oluşumlarında da kendini göstermekte, hükümetler, sistemler ve rejimler değiştiği halde “millî derin devlet” diyebileceğimiz ve büyük devletlerin “gen”leri olarak tarif edebileceğimiz bir “çekirdek, öz”, gelişen ve değişen yeni şartlara ve standartlara uygun yeni filizler, fikirler ve şekiller üretebilmektedir.

Bu tarihi ve tabii gerçeğe dayanarak diyoruz ki: Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin ve Türk-İslam Medeniyeti’nin, çağdaş ihtiyaçlara ve şartlara uygun “aşı”larla gelişmiş ve gençleşmiş yeni bir filizi ve meyvesidir!

İşte aşağıdaki tespitler de bu yöndedir ve oldukça önemlidir: (Ancak bu alıntı; üzerinde gerekli düzeltme ve eklemeler yapılan hem tenkit hem tebrik mahiyetindedir.)

“Anadolu’nun dirlik ve düzen tarihi, devrimlerin değil restorasyonların silsilesidir… Toplumsal ilişki ve çelişkilerin değil, devletin yeniden tanziminin bir sürecidir. Savaşlar ve göçlerle dolu bu coğrafyada temel siyasal hedef ve sorun, daima; “denetim ve disiplinin nasıl korunacağı?” olagelmiştir. Dirlik ve düzen, en iyi denetimin sağlanması olarak algılanmış ve bu amaçla toplumların zihniyet dünyasında kutsal olan ve somut yaşamlarında otoriter davranan “devlet örgütlenmeleri” vücut bulabilmiştir. Bu yarı askeri devlet örgütlenmeleri, esas itibarıyla “göçebeliğin denetimi ve savunma sisteminin sürekliliği” üzerine kurulan askeri-tarım düzenini oturtmayı ifade etmiştir: Mülkün ve halkın denetimi, din ve inanç istismarının denetimi, aşiretlerin ve azınlıkların denetimi, hatta anonim bütünler içinde erimiş halde var olan bireysel kimliklerin ve geleceğin denetimi... Düzen; işte bu denetimle elde edilen hâkimiyet ve hegemonyanın adıdır. Tarih boyunca süren büyük çaplı göçlerin ve afetlerin yıkıcı etkileri ya da savaşların büyük yenilgi ve zafer gibi sonuçları ise; dirlik ve düzenin yeniden kurulmasının ya da yenilenmesinin kapısını açmıştır.” (Devamı var…)