Adalet deyince

Abone Ol

“Adalet” deyince hemen akla gelen şey mahkemelerdir.

Mahkemeler de adaletin yerine getirildiği yerlerdir.

Ama Allah’ın hükmünün dışında ve ona karşı ileri sürülene adalete adalet denmez.

Düğün yemeğinde kazanın başında, elindeki kepçeyle yemek dağıtandan, Hazine’nin başındakine kadar yaptıklarına da doğruysa adalet denir.

Ama Kur’an-ı Kerim’de, “Konuşurken adil olunuz” der. (İnfitar 6/152).

“Yazarken adaletle yazınız” der. (Bakara 2/282).

Evlilikte adalet (Nisa 4/3).

Mahkemede adalet (Nisa 4/58).

Rabbimizin insanı yaratırken dengeli/adaletli olmasına da adalet denir. Yani, yapılan işin dengeli olması (İnfitar 82/7).

Peygamber Efendimiz (S.A.V.), “Kızım Fatma bile olsa elini keserdim” demiş hırsızlık yapan biri için araya şefaatçi olarak Üsame (R.A.) ki Efendimizin (S.A.V.) Genelkurmay Başkanlığı’nı yapmıştır. “Sen genelkurmay baş­kanı olarak yakınsın, Efendimize söylesen de bunu afvetse” demişler o da durumu bildirmiş ve Rasülallah yukarıdaki cevabı vermiştir.

Fakat şunu söyleyelim bizde bir vikai/önleyici tedbirler var­dır, bir de cezai tedbirler vardır.

Vikai tedbirler suç işlen­meden önce, suça giden yolları kapatmasıdır dinimin.

Me­selâ Hz. Ömer (R.A.) valilerine mektup yazmıştır ve demiş­tir ki: “Kıtlık senelerinde hırsızın eli kesilmesin.” Kıtlık senelerinde el kesilmemesi için valilerine tamim gönderilmiştir Hz. Ömer (R.A.). Çünkü: “Aç köpek fırın deler.” Mademki hal­kımızın karnını doyuramıyoruz öyleyse onların da hırsızlık yapmalarından dolayı el kesmeyle cezalandırmamalarını duyurmuştur.

Cezasız bırakmak değil bu. El kesme ceza­sının kaldırılması tazir cezasının uygulanması olarak yo­rumlanıyor.

Cezasız kalmıyor. Yine tazir cezası uygulanı­yor ama el kesilmiyor.

Ve Hz. Ömer’in (R.A.) zamanında bütün devletten maaş alanlar en az Hz. Ömer’in (R.A.) aldığı al­mış olduğu maaşı alıyordu.

Demiş ki; “Benim maaşım ölçüdür, be­nim ailem Medine’de şu kadar parayla geçiniyor. Herkes  bu kadar almalıdır.” Herkes almış. Zengin, fakir herkese maaş bağlanmış. Zengin, fakir bu tür bir uygulama tem­belliği getirmiyor yine millet çalışıyor tabii ki.

Sonra ka­biliyete ve diplomaya da değer veriyor ve diyor ki: “Benim maaşım 400 dirhem. Bütün halkın maaşı da, herkes için 400 dirhemdir.

Ondan sonra hâkimler 300 dirhem daha fazla alacaklardır.” Yani burada insanların kabiliyetleri ve dip­lomaları göz önüne alınıyor.

Eğer bu yapılmazsa sanayi gelişmez, teknoloji gelişmez, kendi bulunduğu makam ve mevkiyi biraz daha ileri götürme gayreti olmaz.

O zaman çalışan da 400 alıyor çalışmayan da 400 alıyor der ve yatar.

Bu olmaz. Bu sayede insanları bir nevi yarışa sokuyor dinimiz. Bir kere 400 dirhem, herkesin geçinebileceği maaşı alıyor. Ve bu asgari üc­ret. Asgari ücret için devlet başkanı kendini mihenk tutu­yor. Baktılar ki Medine’de Hz. Ömer’in aylık maaşı 400 dirhem yetmedi, Şura toplanıyor ve efendim asgari ücret 500 dirhem olsun deniliyor.

Otomatikman milletinki de 500 dirhem oluyor. Şimdi Anakara’daki Reisicumhur veya Başbakan’a göre ücret tayin edilmiş olsa insanlar rahat ederler. Onlar bakarlar evin mutfağı 400 ile kaynamıyor 500 ile kaynıyor; otomatikman ay başında 500 dirhem ve­rirler.

Yani evinde açlığı hissetmesi lazım kişinin. Efen­dimiz (S.A.V.) bizim önderimizdir. O öyle diyor. “Biz Pey­gamberler topluluğu miras bırakmayız” diye. Miras bı­rakmış olsaydı ne denirdi?

Zaten yetimdi fakir olarak dün­yaya gelmişti. Peygamberlik geldikten sonra zimmetine epeyce mal geçirdi denebilirdi.

Batılı yazarlar, olmayan şeyleri söylüyorlar çünkü bunu da söyleme tarafına giderlerdi, eğer miras bıraksaydı Efendimiz (S.A.V.) derlerdi ki: “Zimmetine mal geçirdi, çoluğu çocuğu Hz. Hasan (R.A.) Hz. Hüseyin (R.A.) rahatça bir hayat sürdü.”

Cumhuri­yet’in ilk yıllarında mebus olanların çocukları hâlâ milyar­der.