Kobani protestoları açık ve net bir şekilde ortaya koydu ki, Türkiye’nin istihbarat konusunda çok büyük zaafiyetleri söz konusudur. Dalga dalga yayılan ve vandalizm boyutuna ulaşan protestoların kıvılcımını ateşleyen unsur kuşkusuz HDP’nin şuursuzca kitleleri yönlendirdiği sorumsuz beyanatlarıydı. Ama, siyasetin yumuşak bir geçişle halledebileceği, sorumlu davranarak kitlelerin öfkesini dindirebileceği olaylarda, hükümet yetkililerinin bile dengesiz açıklamalarla yanan ateşe benzin dökmeye çalıştıklarını görmek, inanın yüreklerimize düşen koru daha da alevlendirdi. Türkiye’nin sosyal, etnik ve kültürel tüm yelpazelerini kuşatması gereken, içişlerinden sorumlu bakanı olayların başladığı ve devam ettiği günlerde, “Şiddet’e misliyle karşılık verilecektir” açıklaması yapıyor. “Huzur ve barışın tesisi için biz elimizden gelen her şeyi yapacağız. Sokaklar çözüm ve çare arama yeri değildir. Şiddet, hiçbir problemin çözümü olamaz. Polisimiz ve askerimiz, bu vandalizmin karşısında elbette duracaktır. Ama, herkes aklını başına devşirsin, siyaset atacağı adımlara dikkat etsin” gibi yumuşak ve kamuoyunun içinde biriken gazı alabilecek nitelikte açıklamalar yapacağına, “Şiddet’e misliyle karşılık vereceğiz. Önümüze çıkanı döveceğiz” diye konuşuyor.
Maalesef, Türkiye’nin son 10 yıllık dış politikası kelimenin tam anlamıyla iflas noktasına gelmiştir. Stratejik müttefikimiz diyerek tüm ipleri eline verdiğimiz, Büyük Ortadoğu Projesi’nde figüran olmayı kabul ettiğimiz Amerika, Türkiye’yi Avrupa Birliği kapısında kapıkulu, Ortadoğu ülkeleri nezdinde de istenmeyen ülke konumuna düşürmüştür. Sürekli “Lider ülkeyiz, büyük ülkeyiz, İslam ülkeleri nezdindeki siyasi kredibilitemiz artıyor” diye gururlanıyor, böbürleniyoruz. Peki, yanı başımızdaki Suriye gerçeğinde hangi ülkenin kaç kuruşluk yardımını alabildik Sınırlarımızı sonuna dek açtık… Yerleşim yerleri oluşturduk… Suriye’den ve Irak’tan kaçan milyonlarca kişiyi şehirlerimize aldık… Sokaklar, caddeler, en küçük yerleşim birimleri bile mülteci Suriyelilerle doldu, taştı. Şu anda sadece işin dilencilik boyutuyla ilgili sosyal dramlar ve trajediler gazetelere, televizyonlara yansıyor. Bugünün yarını da var… 10 sene sonra, 15 sene sonra, memleketin her köşesindeki şimdi “Trafikte bizlere el avuç açan ve genç yaşlara ulaşan Suriyeliler, işsiz kalınca, aç kalınca, açık kalınca ortaya nasıl bir sosyal tablo çıkacak Bunları hiç düşündünüz mü
Şunu açık bir şekilde söylemeliyiz ki, Türkiye’de Aileden Sorumlu Bakanlıkta sosyal olayların bugünü ve yarınıyla ilgili çalışması gerekenlerin, kesinlikle ense yaptığı çok açıktır. İçişleri Bakanlığı’nda mülteciler ve yarınları üzerine hiç kimsenin kafa patlatmadığına da adımız gibi eminiz. 2 milyon mülteciden bahsediyoruz… Bu mültecilere, daha ne kadar bir tas çorba, bir kap yemek vererek durumu idare edebileceğiz Yarın bir gün çok daha büyük bir sosyal patlama meydana gelirse, bunu kim önleyebilir
Birleşmiş Milletler devreye girsin… Bu dramı görsün… Siyasi nutuk atmak kolay… Efelenmek kolay… Kolay olmayan, Birleşmiş Milletler’in bu sosyal dramın ağırlığını Türkiye’nin üzerinden kaldıracak nitelikte bir çalışma yapmasını, bir tavır ortaya koymasını sağlayacak gücü, uluslararası arenada hissettirebilmek. Ne oldu Bir zamanlar kanki olduğumuz Esad’ı bizlere kim düşman belletti Amerika… Peki, “Yapılacak uluslararası harekât IŞİD ile beraber Esad’ı da kuşatması gerekir” diyen bizi, “Şu anda önceliğimiz Esad değil” diyerek abondone eden kim Amerika… Peki, hani bizim kendimize ait stratejilerimiz Hani bizim kendimize ait dış politikamız Biz kimin uydusuyuz Hani biz lider ülkeydik Hani biz stratejik olarak sözü dinlenen, politikaları öncelenen bir ülkeydik
Lütfen kimse kimseyi kandırmasın!