Abese Ve Tevella-1

Abone Ol

Son günlerin canlı tartışması Abese Suresi ve İslamoğlu’nun buna verdiği mana.

Sonuçta burada bahsettiğimiz bir ayet olduğundan kişilere karşı olan düşünce ve duygularımızla değil ilimle konuşmamız gerekir.

Öncelikle söz konusu ayet şöyle demektedir: “(1-4) (Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi. (Resûlüm! Onun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek.” (Diyanet Vakfı Meali).

Bu meal klasik meallerimizin yaptığı. Ama onlar da klasik tefsir külliyatımızdan yararlanarak bu şekilde çevirmişlerdir. Yani ortada yanlış bir durum yok.

Fakat Mustafa İslamoğlu bu iki ayeti şöyle söylüyor:

1-“(O kibirli kişi) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı.”

2-“Elçi’ye âmâ geldi diye…”

3-“Ve (sana gelince ey Nebi!) Sen nereden bileceksin o (müşrikin) arınacağını.”

4-“Veya alacağı dersin kendisine yarar sağlayacağını ”

Şimdi burada sıkıntılı olan durum “kibirli adam” ifadesidir. İlk anda Resulullaha yönelik böyle bir ifade kullandığı düşünülmektedir. Çünkü bu ayette Resulullaha yönelik bir uyarı olduğundan dolayı okuyucunun anladığı ilk bakış budur. Fakat dipnotta İslamoğlu, duruma açıklık getirmekte ve burada kibirli adam diye bahsedilenin Velid b. Muğire olduğunu belirtmektedir.

İşte asıl sıkıntı budur. Yani orada doğrudan “kibirli adam” demek yerine Velid b. Muğire olduğunu belirtseydi yanlış anlaşılmış olmazdı. Çünkü mealleri okuyanlar dipnotlara bakmazlar ve en sıradan insan bile meale bakar. Dolayısıyla insanların yanlış düşünmemesi için bu tür ifadeleri açmak gerekirdi.

İslamoğlu’nun en büyük hatası bu olmuştur. Fakat kendisinin de bayanı ve dipnotun da açıklaması üzerine bu ifadenin Resulullahı kast etmediği anlaşılmıştır. Burada İslamoğlu’na düşen görevin ifadeyi belirginleştirmediği hatasını kabul edip, diğer baskılarda bunu düzelteceğini ifade edip, uyaranlara teşekkür edip tartışmayı bitirmesiydi. Ama maalesef bu yapılmadı. Tartışmayı uzatmayı tercih ettiler.

Sebebi Nüzul

Klasik tefsir kitaplarımız, ayetin nüzul sebebinin Peygamberimiz bazı Mekkeli ileri gelen müşriklere İslâm’ı anlattığı sırada oraya gelen ve aynı zamanda âmâ olan (bu nedenle Peygamberin o an kimlerle konuştuğunu görmemektedir) Ümmü Mektum’un, ısrarla kendisine İslâm’ı anlatmasını istemesinden dolayı Resulullahın rahatsız olması üzerine indiği şeklindedir.

Peygamberimizin o sırada görüştüğü Mekkeli Müşrikler kaynaklarda bulabildiğimiz kadarıyla şunlardır:

Ummu Mektum Resûl-ü Ekrem’e geldiğinde Peygamberin yanında Rebia’nın oğul¬lan Utbe ve Şeybe, Ebu Cehil, Abbas bin Abdulmuttalib, Ümeyye bin Halef, Velid bin Muğire gibi Kureyş’in ileri gelenleri vardı.

Abese suresi’nde bahsedilen âmâ ümmü mektum kim

Bu sure İbn Ummi Mektum (R.A.) hakkında nazil olmuştur.

Bu zat Hatice validemizin dayısının oğludur.

İbni Ümmü Mektûm’un asıl ismi “Amr”dır, fakat Medineliler “Abdullah” diyor¬lardı. Babası Kays bin Zâide, annesi Âtike bint-i Abdullah idi. Kendisi de anne¬sine nispetle “Ümmü Mektûm’un oğlu” manasında “İbni Ümmü Mektûm” ismiyle meşhur olmuştur.

Bu zatın iki gözü âmâ idi. Önceleri görürdü. Sonradan kör olmuştur. Bazıları kör olarak dünyaya geldiğini söyler¬ler. İlk inananlardandır. Peygamberimizin müezzinlerindendir. Kör olmasına rağmen bütün namazlarını Mescid-i Nebevi’de kılmaktadır. Peygamber, Medine’de olmadığı zaman onu yerine vekil bırakmıştır.

Bir defasında Peygamberimiz, Utbe bin Şeybe, Ümeyye bin Ha¬lef ve Ebû Cehil gibi Kureyş’in ileri gelenleriyle, “Belki içlerinden birkaçı imana gelir de İslam’ın gücü artar, onlara bakarak birçok insan da Müslüman olur” düşüncesiyle tebliğ vazifesini yapıyordu. Bu esnada İbni Ümmü Mektûm meclise gelerek Peygamberimize hitaben, “Yâ Re¬sû¬lul¬lah, bana Kur’ân okut. Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret” dedi.

Peygamberimiz onların üzerinde fazla durduğundan, İbni Ümmü Mektûm’la ilgilenemedi. İbni Ümmü Mektûm, Peygamberimizden cevap alamayınca, ar¬zusunu birkaç defa tekrar etti. Peygamberimiz ona aldırmayıp yüzünü buruştu¬rup döndü, sözünün kesilmesini istemedi, onlarla konuşmaya devam etti.

Orada bulunanların, “Bu dine hep zayıflar, fakirler, köleler ve âmâlar giriyor” diye alaylı bir şekilde gülmelerine yol açmamaları için İbni Ümmü Mektûm’u cevap¬sız bıraktı.

Fakat çok sürmedi, tam sözünü bitirip kalkacağı sırada İlahî ikaz gel¬di: “Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü! Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı… Yahut o öğüt alacak ve o öğüt kendisine fayda vere¬cekti... Öğüte ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin. Sana koşarak ge¬len ve Allah’tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın! O Kur’ân bir öğüttür.”

Bu hadiseden sonra Peygamberimiz, İbni Ümmü Mektûm’a iltifat ve ikramda bulundu. Ne zaman onu görse, “Ey Rabbimin beni ikazına sebep olan kardeşim, merhaba!” diye latife yapardı. Bazen de hırkasını serer, oturtur, hâlini hatırını sorardı.  Artık ona ailesinin bir ferdi gibi muamele ediyordu.

Velid bin muğire kim

Abese Suresi’nin sebebi nüzulü olduğu söylenen Mekkeli Müşriktir. Mekke’nin zenginlerinden ve müşriklerin akıl hocalarındandır. Ama aynı zamanda HALİD B. VELİD’İN de BABASIDIR.

İslamoğlu’nun Mealine Konuyla İlgili Getirdiği Delilde Yanlışlıklar Var

İslamoğlu’nun dipnotta yaptığı açıklamalar: “Veya: `O (Peygamber) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı, yanına âmâ geldi diye…’ Müteakip 3 ve 4. ayetlerin okunuşuna bağlı olarak ilk iki ayetin özneleri değişir. Bu ayetlerin öznesinin Hz. Peygamber olduğunu ittifakla söyleyen klasik tefsirin tercihinde, Muvatta ve Tirmizi’nin Sünen’inde nakledilen nüzul sebebi rivayeti belirleyici olmuştur. Fakat Tirmizi rivayeti sorunludur. Mamafih bu rivayetler bile tercihimizi dolaylı olarak onaylar. Tercihimizin gerekçesi, `surat astı’ (abese) ve `sırt dönüp uzaklaştı’ (tevella) fiillerinin aynen geçtiği Müddessir 23-24. ayetler ve orada anlatılan tiptir. Nüzul sebebi rivayetlerine dikkatle bakınca, hem 74.23-24’teki hem de buradaki olayda aynı isimlerin geçtiği görülür: Velid b. Muğire ve/veya Ubey b. Ka’b.”

Şimdi bu dip not hatalarla dolu. Bunları tek tek açıklamamız gerekecek.

İslamoğlu Abese Suresi 1. ayetindeki (عَبَسَ وَتَوَلَّى yüzünü asıp çevirdi) muhatabın klasik tefsirciler gibi Resûlullah değil Mekkeli müşrikler özellikle Muğire veya Ubey b. Ka’b (fakat Ubey Medineli, Mekkeli değil. Akabe Biatı’na katılmış ve ilk Medineli vahiy katiplerinden, yani sahabi, üstad isimleri karıştırmış ama neyse bu kadar kusur kadı kızında da bulunur) olduğunu söylüyor. Buraya kadar sorun yok. Olabilir. Sonunda bu bir yorum.

Fakat üstad görüşünü kanıtlamak için dipnotta Müdessir 23 ve 24. ayeti delil getiriyor. Aşağıda üstadın ifadesini aynen aktarıyorum.

Tercihimizin gerekçesi, “surat astı” (abese) ve “sırt dönüp uzaklaştı” (tevella) fiillerinin aynen geçtiği Müdessir 23-24. ayetler ve orada anlatılan tiptir.

Ama Müdessir Suresi’nin 23 ve 24. ayetleri böyle demiyor. Aşağıda ilgili ayetleri ve meallerini de getiriyoruz.

Müdessir 23 ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ Sonra da sırt çevirip büyüklük tasladı.

Müdessir 24 فَقَالَ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُ Bu sadece öğretilegelen bir sihirdir.

Yani üstad Müdessir 22 diyeceğine yanlışlıkla 23 ve 24 diyor.

Müdessir 22. ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. (Diyanet meali).

Önemli değil, üstadın yanlış yapma özgürlüğü var. Fakat yine de sorun bitmiyor. Çünkü Müdessir 22 sadece abese kelimesini içeriyor. Hâlbuki üstad 23 ve 24’de abese, tevella fiillerinin geçtiğini söylüyor. Ama sadece abese var. Diğeri yok...

Yani nereyi düzeltseniz elinizde kalıyor. Üstad aceleye getirmiş.

Mealinde “kibirli adam” ifadesini yalın olarak alıp dipnotta açıklamaya çalışması ve orada da hatalar yapması doğru değil. Çünkü bu herhangi bir kitap değil Allah’ın kitabı hata yapma lüksünüz yok.

Üstadın ilmilik gereği hatasını kabul edip kamuoyundan özür dilemesi gerekir. İşi pişkinliğe vurup, Cübbeli’yi suçlaması sadece suçüstü yakalanmanın bir sonucudur. Bir meal yapıyorsunuz. Kelimeleri net çevirmelisiniz. Yok dipnotunda vardı falan deme lüksünüz yok. Çünkü orada hakaret, yanlışlıkla peygambere mal edilebilir. Kimsenin dipnota bakma zorunluğu yok.

İslamoğlu Abese Suresi’nin Sebebi Nüzülünde Sahabe İsmi İle Müşrik İsmini Karıştırıyor

İslamoğlu Abese Suresi’nin ilk ayetinin açıklamasını yaptığı dip notta Velid b. Muğure veya Ubey b. Ka’ b diyor. Hâlbuki Sebebi Nüzul’e baktığımızda Ubey b. Ka’b’ın olmadığını gördük. Ayrıca Ubey b. Ka’b inananlardan birisi olup Mekkeli değil Medinelidir.

Vahiy Kâtibi Ubey Bin Ka’b

Mustafa İslamoğlu’nun Abese Suresi’nin mealinde yanlışlıkla ismini Mekkeli müşrikler arasında saydığı vahiy kâtibi, İkinci Akabe Biatı’na katılan 70 kişiden birisi, yani biat ehli. Medineli Ensarlardan, yani Mekkeli bile değil. Hazrec kabilesinin Neccaroğulları kolundandır. Medine’de ilk vahiy kâtiplerinden. Peygamberle birlikte bütün savaşlara katıldı.

Übey b. Ka’b, Kur’an-ı Kerîm’i en iyi okuyan sahabelerdendi. Peygamber Efendimiz (S.A.V.), “Ümmetimin en iyi okuyanı Übey’dir.” (Zehebî, Siyer, I, 392) buyurmuştur. Bu sebeple Seyyidü’l-Kurra (okuyucuların efendisi) lakabıyla tanınmıştı.

Resûlullah (S.A.V.) Übey b. Ka’b’ı, Kur’an-ı Kerim’i iyi bilen bir sahabî olması sebebiyle öğretmen olarak tayin etmişti. Mescid-i Nebevi’de Kur’an-ı Kerîm’i öğretirdi. Aralarında Ebu Hureyre ve İbn Abbas’ın da bulunduğu birçok sahabînin hocalığını yapmıştır. O, Kur’an-ı Kerîm’i öğretmesi karşılığında herhangi bir maddi şey de almazdı. Nitekim ondan şöyle rivayet edilmiştir: “Muhacirlerden birine Kur’an öğretmiştim. Bu zat bana bir yay hediye etti. Ben bunu Resûlullaha (S.A.V.) anlatınca: `Onu alırsan ateşten bir yay almış olursun’ buyurdu. Ben de yayı sahibine geri verdim” (İbn Mace, Ticarât, 8).

Hz. Ömer bir zaman halka hitabında söyle demiştir: “Kur’an’dan sormak isteyen Übey b. Ka’b’a gelsin, feraizden sormak isteyen Muaz’a, mal isteyen de bana gelsin. Çünkü Allah beni hazinedar ve dağıtıcı kıldı” (Zehebî, Siyer I, 394).

Übey b. Ka’b tefsir sahasında da ashabın önde gelenlerinden biri olup Medine tefsir ekolünün reisi olarak kabul edilmiştir.

Übey b. Ka’b’ın rivayet etmiş olduğu hadislerden birinin anlamı şöyledir: Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir ikincisini ister. İki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. Âdemoğlunun içerisini topraktan başka bir şey doldurmaz. Allah Teâlâ ise tevbe edenin tevbesini kabul eder” (Tirmizî, Menakib, 32).