Son dönemde evde yoğun bir şekilde Mustafa Özdamar ağabeyin "Kırk Kandil" yayınlarından çıkan "biyografik belgesel" eserleri okunuyor. Kütüphanede Mustafa ağabeyin kaleme aldığı kitap sayısı 30u aşkın.
Eşim yolda, arabada, evde kitap çalışmaları dışında sürekli bu kitapları okuyor; birini bitiriyor, diğerine başlıyor.
Mânevî bir tad ve lezzet veriyor bu kitaplar bana, diyor.
Tabii ailecek biz de payımızı alıyoruz. Kitaplarda rastladığı ilginç bölümleri çocuklarla paylaşıyor.
Hatta Hacı Veyiszâde kitabından üç-dört tane almış çocuklara ev ödevi veriyor; bunları okuyacaksınız, diyor. Tabii bana da bir kitap ayrılmış, yani bir Hacı Veyiszâde kitabı. Sadece o mu Masamın üzerinde alınan kitap sayısı 20den fazla. İsmet Özel ağabeyin "Desem Öldürürler Demesem Öldüm" başlıklı son çıkan kitabından tutun da "İslâmda Modernleşme"ye varana kadar... Benim aldıklarım da cabası. Eşim, "Sen yemeği memeği boş ver bunları oku", diyor. Tabii aynı anlayış çocuklarda ne gezer
HHH
Mustafa ağabeyin ise belgesel biyografi diye nitelediği kitapların her biri ayrı bir emeğin ürünü.
Biyografisini hazırladığı insanların dostlarını, arkadaşlarını arayıp bulma, onları hatıralarını anlatmaya ikna etme yani onlarla bin müşkülatla konuşma-konuşturma, konuşmalarını kayda alma, sonraları onları yazıya aktarma ve bu uğurda yapılan seyahatler.
Ne diyelim Allah sağlık sıhhat yanında kalemine güç versin de daha nice kitaplar kaleme alsın.
Birkaç gün önce eşimin çalıştığı masada ters kapatıp koyduğu kitabı görünce ilgimi çekti. Hani başkasının okuduğu kitap insana cazip gelir ya. İşte o türden...
Kitabı şöyle bir karıştırayım, dedim. Neredeyse kitabın yarısını okudum. Kitabın adı: Abdülhay Efendi...
Bir tarikat şeyhi. Abid, zahid, müşfik bir insan. İstanbullu. 1886da doğmuş 1961de vefat etmiş. Bereketli bir ömür sürmüş.
Benim size asıl bahsedeceğim onun bir hanım müridi.
Müridin adı; Ahret Nine ya da Hacı Nine.
Bir ismi var elbette ama herkes öyle biliyor, öyle hitap ediyor.
Asıl ismi, Mübeyyen...
Mübeyyen, Peygamberimizin kabrinin üstündeki örtünün adıymış.
Ahret Ninenin asıl özelliği, ayrıcalığı ise nerdeyse her adımda bir İhlâs Suresi olan "Gulhüvallahü ehad" suresini okuması... Onu her adımda okuyor.
Bu sureyi çok mu seviyorsun diyenlere:
Evet, çok seviyorum diyor. "Kulhüvallahü ahad"i çok seviyorum. Yenir bir şey olsa yesem doymayacağım!.. O kadar çok seviyorum...
Ne kadar anlamlı ve safiyane ifadeler...
O nedenle olsa gerek ki bu sevgisinin izharı olarak adım başı bu sureyi okuyor.
Tabii zikir çekerken de:
"Hasbi Rabbi Cellâllah!
Mâfî kalbi gayrullah!
Nur Muhammed sallallah!
Lâ ilâhe illâllah!..."
İfadelerini sürekli tekrarlıyor.
Ahret Nine âdeta bir hikmet pınarı...
İstanbul Kazlıçeşmeden yürüyerek sabah namazına şeyhinin imamlık yaptığı Yahya Efendi Camiine gelen de biri.
İşte böyle bir hanım Ahret Nine...
Onun bir de hacca gitmek için vize alma hikâyesi var ki ilginç mi ilginç.
Ahret Nine bunu şöyle anlatmış:
- Hacca niyetlendik. Eşim beni çok dinlerdi. Ona dedim ki: Önce Bağdata uğrayalım, orada Abdülkadir Geylani Hazretlerini ziyaret edelim, ondan sonra diğer ziyaretlerimizi yaparak Hicaza geçelim!
Eşim her dediğimi yapardı. O günlerde biraz işleri yoğundu. Hanım, dedi, sen gidiver Irak vizesi almaya, konsolosluğa.
Nerede onların konsolosluğu dedim.
Taksime çıkarken Gümüşsuyu dedikleri yerde.
Ertesi gün hemen gittim, oraya vardım. Kapıda bir adam var. Derdimi anlattım. Aldı götürdü beni Konsolosun odasına. Selamımı aldı, beni bir koltuğa oturttu, dinledi.
Niçin gideceksin Bağdata Bir akrabanız filan mı var diye sordu.
Yoo! dedim.
Peki, ne işiniz var bu mevsimde Bağdatta
Ben, dedim. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin hayranıyım, onun için gidiyorum.
Ben öyle deyince adam hemen vizeyi verdi.
Paran var mı dedi.
Para verecek bana.
Var. Param var, beyim de var, dedim.
Tabii gitmiş, amacına vasıl olmuş, kutlu toprakları yüz sürmüş, erenlerin, pirlerin himmetini görmüş.
Ahret Nine, böyle biriymiş.