ABD ve İsrail varsa tuzaklar da vardır

Abone Ol

Bütün gerekçelerimiz haklı olunca… Harekât artık bir mecburiyet haline gelince… Elbette askerimizin, ülkemizin emniyeti, bölgemizde barış ve huzurun tesisi için gerekeni yapması çok tabiidir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin vazifesini hakkıyla ve başarıyla yapacağına millet olarak inancımız tamdır. Bunda endişeye mahal yok zaten. Fakat televizyonlarda bazı yorumculara, sosyal medya kullanıcılarına bakınca endişeye kapılmamak da mümkün değil.

Askeri harekâtlar reflekslerle, kamçılanmış duygularla değil; üzerinde aylarca ve titizlikle çalışılmış  plan ve derin hassasiyetle yapılır. Her şey hesaplanır… Sadece olumlu süreçler değil, sadece öngörülen aşamalar değil; olumsuz bütün ihtimaller de hesaba, plana katılır. Yani umutla endişeler birlikte değerlendirilir.

Amerika ve İsrail varken, ne önümüz ne de arkamız sağlamdadır... Bu bölgede Amerika ve İsrail varsa, tuzaklar da vardır.

Dünya haritasına baktığımızda özellikle Ortadoğu ülkeleri ile Afrika ülkelerinin sınırları çok belirgin şekilde “düz” ve “köşeli” hatlara sahiptir. Belli ki “cetvelle çizilmiş” sınırlardır bunlar. Dümdüz ve köşeli sınır çizgileri, aslında batılıların paylaşım ve nüfuz sınırlarını da gösterir bize. Ülke sınırlarından çok sömürgeci ülkelerin nüfuz ve menfaat sınırlarıdır bunlar. “Cetvel” sadece bir metafor olarak kullanılmıştır.  Sanmayın ki bölgemizdeki sınırları çizen cetveldir! Emperyalizmin menfaatleri çizmiştir birçok ülkenin sınırını. 

Malum coğrafyamız bir asrı aşkın süredir emperyalist sömürü zihniyetinin iştihanı kabartıyor. Petrolün varlığı, zengin rezervlerin tespiti Batılı ülkeleri Ortadoğu’ya sürükledi. 1900’lü yılların başında bölgedeki arkeolojik kazılar, bilimsel araştırmalar, misyoner akınları ve  istihbarat faaliyetleri aslında Avrupa ülkelerinin menfaat faaliyetlerinden ibaretti.  Coğrafyanın baş döndürücü petrol zenginliği vardı. Öyle ki, bu zenginlik Batılıların başını döndürmüş, iştahını kabartmıştı. Batı emperyalizmi gelecek yüz yıl içerisinde bölgenin zenginliklerini ve imkanlarını bu bölgenin halklarından çalıp, kendi halklarına tattırmaya kararlıydı. Başardılar da!..

Diğer taraftan bölgemizin bildiğimiz ama unuttuğumuz/unutmayı tercih ettiğimiz bir başka gerçeği daha var: Siyonizm. Nil ile Fırat arasındaki toprakları “vaat edilmiş topraklar” olarak kabul eden Siyonizm, Büyük İsrail’i kurma hedefinden santim sapmış değil.

Buradan, Barış Pınarı Harekatı’na gelmek istiyorum...

Bütün gerekçelerimiz haklı olunca… Harekat artık bir mecburiyet haline gelince… Elbette askerimizin ülkemizin emniyeti, bölgemizde barış ve huzurun tesisi için gerekeni yapması çok tabiidir.  Türk Silahlı Kuvvetleri’nin vazifesini hakkıyla ve başarıyla yapacağına millet olarak inancımız tamdır. Bunda endişeye mahal yok zaten. Fakat televizyonlarda bazı yorumculara, sosyal medya kullanıcılarına bakınca endişeye kapılmamak da mümkün değil.

Askeri harekatlar reflekslerle, kamçılanmış duygularla değil; üzerinde aylarca ve titizlikle çalışılmış  plan ve derin hassasiyetle yapılır. Her şey hesaplanır… Sadece olumlu süreçler değil, sadece öngörülen aşamalar değil; olumsuz bütün ihtimaller de hesaba, plana katılır. Yani umutla endişeler birlikte değerlendirilir.

Bir uyarı olarak ifade edeyim: Askeri harekatlar “gazla” yürütülmez. Temkin ve dikkat, askeri harekatların sağduyusudur. Çünkü harekatlar, dosta değil  düşmana karşı yapılır. Zafer kazanılmadan, atılan zafer naraları askerimizi motivasyondan, karar vericileri yani siyasi iradeyi “gaz”a getirmeye yönelmeye başlarsa -Allah muhafaza- hatalar da muhtemel hale gelir. Hamaset, akl-ı selimin yerini alırsa yavaş  yavaş feraset kaybedilir, basiretler bağlanır. Feraset ve basiretin terk ettiği yerde tuzaklar gözden ve dikkatten kaçmaya başlar. 

Düşmanınız terörizm ise kimse düşmandan mertlik/merhamet  beklemesin. Hele hele arka planda bu coğrafyayı  çizdiği sun’i sınırlarla yeniden kodlayan, kendi menfaatlerine uygun bir şekilde yeniden inşa eden batılı emperyalizmin bugünkü amiral gemisi Amerika varsa… Amerika’nın menfaatleri, ve İsrail’in güvenliği, malumunuz  bugüne kadar bütün Amerikan Başkanları ve  Amerikan bürokrasisi için değişmeyen iki ilkedir.

Barış Pınarı Harekatı sırasında gözden kaçırılmayacak bir başka denklem de şudur: Kamuoyunda Amerikan Bürokrasisi ve Pentagon ile Trump birbirinden ayrı tutuluyor. “Siyonizmin güdümündeki Amerikan Bürokrasisi ve Pentagon’a güvenmeyelim ama Trump’a güvenebiliriz” yaklaşımını yanlış buluyorum. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan Trump, Amerika’nın ve İsrail’in menfaatlerini bırakıp Türkiye’nin menfaatlerini gözetecek değil. Amerika’ya da Trump’a da güven olmaz. Kendi ülkesinde meşruiyet kavgası veren Trump’a güvenerek yol alınmaz. Öyleyse, her  zaman ülkemize ve askerimize her türlü tuzağı muhtemel kabul etmek zorundayız.

“Dikkat, tedbir ve temkin” dedik ya… Çok bilinmeyenli denklemleri ve ittifakları içeren bir ülkenin topraklarında yapıyoruz bu harekatı. Unutmayalım birçok ülkenin silah sevkiyatı yaptığı, cephaneye döndürülen, küresel terör örgütlerinin konuşlandığı, kaos ve iç savaşla adeta bataklığa dönüştürülen  topraklarda askerlerimiz. Bu denklem ve bu zemin  bu üç hususu daha da mühim kılıyor..

Bitirirken yineliyorum, siyasi ve askeri bütün muhtemel tuzaklara dikkat kesilelim. Amerika ve İsrail varken, ne önümüz ne de arkamız sağlamdadır… Amerika ve İsrail varken, bu bölgede tuzaklar da vardır. Bilelim ki; bir terör örgütleri vardır, bir de terör devletleri… Bir maşa vardır, bir de maşayı tutan el!...