AB zirvesinin ardından başta Başbakan Davutoğlu ve AB
Bakanı Bozkır olmak üzere yapılan açıklamalarda birlik ile Türkiye arasında
bahar rüzgârlarının estirildiği henüz tazeliğini koruyor. Yeni bir faslın
açıldığı, hatta önümüzdeki sene vizelerin kalkacağı gibi iyimser açıklamalar
birbirini izledi. Estirilen havaya bakınca AB nin 50 yıllık tavrında değişiklik
olmuş, bundan böyle Türkiye yi kendinden kabul ediyor sanırdınız. Kısacası,
Türkiye ye üyelik konusunda taahhütte bulunulmuş, bu da bizim AB sevdalılarını
mutlu etmiş görüntüsü ortaya çıktı. Hâlbuki ortada kesinleşmiş ne üyelik ne de
belli bir tarihte vizelerin kalkacağı taahhüdü vardı. Vizelerin kalması için
kimi haberlere göre 70 şart ileri sürülmüştü. Sonuç olarak varılan tek
mutabakat Türkiye, Suriye ve Iraklı mültecileri ülkesinde tuttuğu takdirde bir
miktar maddi desteğin yapılacağıydı. Bunun da miktarında bir mutabakata
varılabilmiş değildi. Ortada bir 3 milyar avro rakamı dolaşıyordu ama AB ile
Türkiye tarafından yapılan açıklamalar çelişkiliydi. Türkiye 3 milyar avro
desteğin her yıl yapılmasını isterken AB tarafı bunun iki yılda bir olmasını
dillendiriyordu. Daha doğrusu AB kanadı bu yönde net bir açıklama yapmamakla
birlikte zirveden benzer haberlerin sızdığı belirtiliyordu. Diyebiliriz ki,
AB nin yaptığı iyimser bir iki açıklama birilerini havaya sokmuştu. O günlerde
bu köşede ifadeye çalıştığım gibi kimse AB nin 50 yıl boyunca Türkiye ye karşı
sergilediği olumsuz, hatta zaman zaman düşmanca tavrı hatırlamak istemiyordu.
Hatta daha 1990 larda bağımsızlığını kazanmış bazı devletlerin AB üyesi olduğu,
buna karşılık Türkiye nin 50 yıldan beri kapıda bekletildiğini düşünme ihtiyacı
duyulmadığını hatırlatmış, gereksiz olarak toplumun bir beklenti içine
itilmesinin anlamsızlığına dikkat çekmiştim.
Çok sürmedi Güneydoğu da PKK ya yönelik mücadeleden AB
Komisyonu nun rahatsızlık duyduğu açıklaması geldi ve 2 yıl sürdürülen, sadece
PKK nın şehirlerde yerleşmesine imkân veren çözüm sürecinin yeniden devreye
sokulması çağrısı ile AB nin terörle arasına mesafe koymak gibi bir niyetinin
olmadığı, hatta terör örgütünü himaye tavrını sürdürdüğü görüldü. Kısacası
açıklamanın özünü terör örgütünün kökünü kazıyıcı bir harekete son verilmesi
isteniyordu. AB Komisyonu nun bu açıklaması ile dünkü bir gazetede yer alan,
2015 te en fazla toprağı Suriyeli Kürtler kazandı başlığı altında verilen
haber birlikte düşünüldüğünde ABD ve AB kısacası Haçlı-Siyonist ittifakının
hedefinin Büyük Kürdistan olduğunu görmemek mümkün değil. Böylesine bir hedefe
sahip ülkelerle aynı çuvala girip buradan zarar görmeden çıkmayı ummanın
gerçekle ne ölçüde bağdaştığını düşünmek gerekiyor. Buna bir de Demirtaş ın
yerleşim merkezlerinde çukurlar ve tüneller kazan; barikatlar kurarak emniyet
güçlerinin girmesini engellemeye çalışan teröristleri, Barikatlardakiler hafif
silahlı diyerek bir yandan silahlı eylemleri onaylarken, öbür yandan da bu
silahlı militanlara karşı mücadele veren emniyet güçlerini suçlaması
eklendiğinde terör örgütünün kimlerden destek gördüğü netlik kazanmış olmaz mı
Bu arada bu açıklamanın hemen ardından Demirtaş ın iplerin kopmuş olduğu
Rusya ya uçması hatırlandığında Haçlı-Siyonist ittifakının terör örgütüne
duyduğu ilgi ortaya çıkmış olmaz mı
Bu bakımdan Siyonist-Haçlı ittifakından Türkiye nin
dostluk görmesi mümkün değildir. Bunun yüzlerce örneği yaşanmış, yaşanmaktadır.
Bunu söylerken sınırlarımıza duvar çekelim, dünya ile ilişkilerimizi keselim
diyor değilim. Ancak, uluslararası ilişkilerde hiç olmazsa eğer varsa
kırmızıçizgilerimize sahip çıkalım, bunları bir takım vaatlere kurban
etmeyelim. İnsanımızı daha iyi, huzurlu ve adil bir dünyanın yolunun
Haçlı-Siyonist ittifakı ile birlikte olmaktan geçtiği hayallerine
kaptırmayalım.