7 Ekim, insanlık tarihinde çok önemli bir şeyi değiştirdi

Abone Ol

Filistin meselesi, yalnızca modern siyasal çatışmaların, sömürgecilik pratiklerinin ya da jeopolitik çıkar hesaplarının bir sonucu olarak okunamaz. Bu mesele, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren süregelen sapma, kulluk ve tapınma biçimlerinin bir devamı olarak ele alınmalıdır. Tarihsel ve antropolojik bir perspektifle bakıldığında insanlığın Hazreti Âdem’den bugüne kadar geçirdiği sapma süreçlerini beş temel aşamada incelemek mümkündür.

Birinci aşama, insanın maddi olana yönelerek kutsalı nesneleştirdiği dönemdir. Bu dönemde tapınma, doğrudan cansız varlıklara—özellikle taşlara, putlara ve maddi formlara—yönelmiştir. Bu, ilahi olanın yerine maddi olanın ikame edildiği ilkel fakat açık bir sapma biçimidir.

İkinci aşama, tapınmanın nesneden insana yönelmesiyle karakterize edilir. Firavun, Nemrut ve benzeri figürler etrafında şekillenen bu dönemde, insan kendisini tanrılaştırmış; iktidar, mutlaklık ve sorgulanamazlık üzerinden kutsallık üretmiştir. Bu aşamada sapma daha karmaşık, fakat hâlâ görünürdür.

Üçüncü aşama, modern çağla birlikte ortaya çıkan ve bireylerin ya da kralların ötesinde, sistemlere, ideolojilere ve emperyal yapılara yönelen bir tapınma biçimidir. Sömürgecilik çağında Afrikalı toplumların sömürgeci güçleri içselleştirmesi, emperyal düzeni kader olarak kabullenmesi bu aşamanın en çarpıcı örneklerindendir. Burada tapınılan artık bir kişi değil, “düzenin kendisi”dir. Bu, hala devam eden bir sapmadır.

Dördüncü aşama, özellikle İslam dünyasında belirginleşen ve bugün hâlâ etkisini çok güçlü bir şekilde sürdüren en tehlikeli sapma biçimidir. Belirli ailelerin, hanedanların ve yöneticilerin mutlaklaştırılması olarak özetleyebiliriz. Hukukun askıya alındığı, hesap verilebilirliğin ortadan kalktığı bu yapıda yönetici aileler kutsanmış, eleştiri ise ihanetle eş tutulmuştur. Suudi Arabistan, Ürdün, Fas ve benzeri ülkelerde bu yapı açık biçimde gözlemlenmektedir. Burada trajik olan şudur, Müslüman toplumlar, artık yalnızca zalimlerin değil, zalimlerin kölelerinin kölesi hâline gelmiştir.

Beşinci aşama ise Batı dünyasında, özellikle son yıllarda belirginleşmeye başlamıştır. İsrail’in sınırsız şiddeti, hukuk tanımazlığı ve kendisini “dokunulmaz” bir varlık olarak konumlandırması Batılı toplumlarda uzun süredir bastırılan hakikat perdesini kısmen aralamıştır. Fransa’da, Amerika’da ve Avrupa’nın birçok kentinde “Nehirden denize özgür Filistin” sloganının yükselmesi bu fark edişin sonucudur. İsrail, kendisini bir silah gibi kullanmakta, efendiliğini herkese dayatmakta ve fiilen ilahlık taslamaktadır. Batılı aydınlar, bu durumu artık daha net görmekte ve yüksek sesle itiraz etmektedir.

Batı’da işgalin tamamen bitirilip özgür Filistin sloganlarının atıldığı bir vasatta İslam dünyasının önemli bir kısmı hâlâ “iki devletli çözüm” gibi tarihsel gerçeklikten ve adaletten kopuk söylemlere sığınmaktadır. Bu durum, yalnızca siyasi bir basiretsizlik değil derin bir zihinsel sömürgeleşmenin göstergesidir. Sonuçta, Filistin meselesi çağdaş dünyanın bir vicdan sınavı olduğu kadar insanlığın hangi tapınma biçiminde takılıp kaldığını gösteren tarihsel bir semboldür. Bu sürecin önümüzdeki dönemde daha çıplak, daha sert ve daha sarsıcı biçimde görünür olacağı açıktır.