12 Eylül den sonra sanki bir şey değişmemiş gibi

Abone Ol

12 Eylül’ün yıldönümünde, ülke o eski günleri tekrar yaşamakta.

Terör, katliamlar, cinayetler, annelerin gözyaşları bir ülkenin sanki değiştirilemeyecek tek kaderi.

1960 ve 1971 askeri müdahalelerinden sonra insan haklarına en büyük darbeyi 1980 ihtilali vurdu.

O kadar ki 35 yıldır çekilen sıkıntıların tetikleyicisi de bu darbe olmuş, Güneydoğu sorununun temelleri atılmış, darbenin hediyesi askeri anayasa hala değiştirilemeyerek ülkeye nefes aldırılamamış, insanlar sindirilerek özgürlükler yok edilmiştir.

12 Eylül’e götüren günlerde de ne çekişmeler yaşanmakta idi, partiler uzlaşamıyor, cumhurbaşkanı seçilemiyor, sağdan soldan cenazeler birbirine ekleniyordu. Darbeye en önemli gerekçe olarak Konya’daki “Kudüs Mitingi”nin gösterilmesi ise, dış yarasaların iştahla beklediği ihtilal için en yeşil ışıktı.

Şimdi asker ve polis öldüren iç ve dış yarasalar için o günlerin modası ölümler; siyasiler, gazeteciler, rektörler, sendika başkanları ve öğrenciler idi.

Maraş Olayları, Çorum Olayları, 1 Mayıs Olayları ile darbe için zemin hazırlanmıştı.

1 Şubat 1979’taki Abdi İpekçi cinayeti ile darbe start almış, MHP’li Gün Sazak’ tan CHP’li vekil A.Köksaloğlu’na, eski başbakan Nihat Erim’den, sendika başkanı Kemal Türkler’e cinayetler uzanmıştı. Dahası o günlerde sadece halk bölünmemiş, polis teşkilatı bile ayrılmış, Pol-Bir ve Pol-Der mensupları birbirini yok edecek kadar kamplaşmıştı. Doktorlar farklı görüşten hastalara bakmayacak ya da tıbbi malzeme vermeyecek kadar ilkelerinden uzaklaşmıştı.

1979 yılı o kadar önemli idi ki, bir yanda İran devrimi ile Amerika şaşıp kalmakta, Rusların Afganistan’ı işgali ile tırnaklarını yerken, Türkiye’den vazgeçemezdi.

Amerikan başkanına darbe gecesi gelen “bizim çocuklar işi bitirdi” notu ile derin nefes alan okyanus ötesi, ihtilalde parmağının olduğu iddialarının üzerinde durmamıştı bile.

Darbenin ektiklerini bu halk, hâlâ kötü şekilde biçmekte; idamlar, işkenceler, görevden almalar, sürgünler ile hele Diyarbakır Hapishanesi’ndeki akıl almaz uygulamalarla; ülkeyi hâlâ kan ağlatan terör örgütünün doğmasına sebep oldu.

Öyle ki, “Kürt diye bir ırk yoktur, olsa olsa dağ Türkleridir onlar” denecek kadar sapla saman karıştırıldı.

Şimdi de ülke, partilerin uzlaşıp hoşgörü, barış, kardeşlik temalarının vurgulandığı bir koalisyon beklerken, gerilim zirve yapıyor bir anda erken seçimin eşiğinde buluyoruz kendimizi.

Sanki seçim yapmak çok kolaymış gibi bu ülkede.

Her seçim sancılıdır bizde.

Yakın geçmişte olduğu gibi ölülerle çevrelenmiş kanlı manzaralardır akılda kalan.

Ölümlerle kirletilmiş iktidarlardan ne medet umuyorsunuz ki.

Sonsuza kadar kalınacak bir dünya saltanatı için bile değer mi annelerin ağlamasına.

Karunlar kadar maddi refahlar için değer mi gencecik fidanların kırılıp payanda yapılmasına.

Başı çok ağrılı bu ülkenin önünde her biri sene gibi uzun 47 gün var, yürekler ağızlarda.

Batı ülkelerinde kimsenin umuru olmayan sessiz sedasız geçiştirilen seçimler, bizde kıyametler kopmakta, kaos alıp başını gitmekte.

Sadece siyasileri ilgilendirmeyen kara siyasa, asıl sermayenin ekmeğine yağ süreceğinden zenginler kulübü, dışarıdaki emperyalistler ile birlikte var güçleri ile ülkeyi karıştıracaklar.

Ümmete kimler ağlasın.

Acıklı bir tabloda her yan kan ve ateş.

Mültecilerin başlarına gelenler, karşılaştıkları insanlık dışı muameleler, medeni Avrupa’nın onlara salladığı tekmeler, çelmeler, coplar adeta sonsuza kadar alınyazısı olacak gibi.

Hâlâ toparlanamayan, bir araya gelemeyen, birbirini yok etmeye yeminli, hakça paylaşımda bulunamayan, kardeşlikten kaçan, öldürücü bellek yarası ümmetin.

Ve bu seçim öncesi de acaba böğrümüze hangi tekmeleri yiyeceğiz, hangi çelmelerle düşürüleceğiz, hangi coplar kafamızda patlayacak, hangi acılarla karşılaşacağız açıkçası herkesin yüreği ağzında.