TAKİPÇİ
Nereye gidersen oraya gelir sanırsın, ama çok geçmez böyle olmadığını görürsün. Takipçi aslında kendisine ilgi gösterilmesini bekler. Layklanmayı, RT edilmeyi ve favlanmayı bekler. Takipçisi arttıkça gizil bir güce sahip olduğunu sananlar da az değildir. “Evde yalnızım, ama Twitter’da ve Instegram’da uçsuz bucaksız bir kalabalığa sahibim” duygusunu yaşatır. Reel ilişkilerini takipçi sayısına göre ayarlayanlar da vardır. Takibi bırakmak diye bir şey daha vardır ki yıllarca sürecek anlaşmazlığın fitilini ateşler. Bunların kiralık olanları olduğu gibi satılık olanları da vardır.
VAAZ
Ağızdan düşürmediğimiz. Ağızdan ağza dolaşan hakikat damlaları. Dudaklardan kayar, gırtlağa ve mideye intikal etmez. Kalple ve kafayla ilgisi yoktur. Kalemi var silgisi yoktur. Sermayesi var bilgisi yoktur. Merhum Ali Murat Daryal hoca olsaydı “Vaaz Etmenin Psikolojisini” yazardı. Dinlemeye ayarlı olan insan neden konuşmaya ve vaaz etmeye temayül gösterir? Bir hakikati söylemenin yaşamaktan daha konforlu olması ile alakalıdır herhalde. Bir şeyi vaaz etmek o şeyin hayata geçen tarafını yaşamayı göze alamamanın bir sonucu olsa gerektir.
KÖY
Yalın yaşam yerleşkesi. Hayalle ve masalla yoğrulmuş pastoral mekân. Varoşlara “şehre küstü” denildiğine göre boşalan insansız köylere de “şehre koştu” demek sanırım daha uygun olur. Teknolojinin fiyaka atamadığı atsa bile saplandığı yerden çıkamadığı yerdir köy. Yeni adet ve yeni aletlerle bir türlü barışamayan eskiliğin tozlarını kasketinde biriktiren hayat alanı. Kent şairlerinin abartısı, köy romancılarının yalanı. Ne Fakir Baykurt ne Kemalettin Kamu, kimisine “uçmak” kimine “tamu”!
ÖDÜL
Herkes herkese ödül veriyor. Kendi kendisine bile ödül verenler var. Uzun uzun düşündüm, “Ödül neye yarar?” diye. İçinden çıkamadım, dışından baktım. Galiba ödül merdiven görevi görüyor çatıya çıkmak için. Çıtayı yükseltemeyenler çatıya çıkarlar ne de olsa. Verenle alan arasında bir sır olsa da bunu herkes biliyor.
KIRTASİYE
Çocukluğumun okul kokusunu saç diplerime kadar bulaştıran dükkânın adıdır. Sadece adı bile bu kokuyu dünden bugünlere doğru salmaya yetiyor. Etiket, kitap kaplığı, uhu, mürekkep, güzel yazı defteri, kokulu silgi, kalemtıraş, rengârenk türlü kalemler ve sulu boya… İki ortalı defterle beraber okul kitaplarını da heyecanla kırtasiyeden aldığım günler “okul” gibi soğuk bir kelimeyi bile ısıtmaya yetiyordu. Liseyi bitirinceye kadar gönlümde yatan aslan kırtasiyecilikti. Liseyi bitirmemle beraber yere düşüp dağılan Diyarbakır karpuzu gibi ideal ve isteklerim de darmadağın oldu.
ÖLÜM
Az konuşuyor gibi görünse de gözden ırak yerlerde gün boyu lisan-ı hâl ile kendini gerçekleştirip derdini anlatmaya çalışır. Uzaktan baktığınızda hayatla kardeş gibidir. Yanına yaklaştığınızda hayattan ne kadar büyük olduğunu görüp şaşırırsınız. Bu şaşkınlığınızın onu etkileyip yapmak istediği şeyden vazgeçireceğini sanırsınız safça. Oysa o hayatın bitirmediği fakülteleri bitirmiştir. Hayat ölüm karşısında kararsız ve dikkatsizdir; lise 2’den terk gibidir. Ölüm valizini çoktan hazırlamıştır, hayat ise daha geceden kalma yatağını bile toplamış değildir. Anadolu’da evlerin uzun hollerine “hayat” denir. Muhtemelen kapı ve pencerelerine de “ölüm” denmiştir. Fakat insanlar pencereden bakmaz, kapılardan adım atmaz diye bunu saklı tutmuşlardır. Yoksa Veysel benzetecek o kadar şey varken ne diye “iki kapılı bir han” desin yaşadığımız şu dünyaya?
KİRACI
Dünyanın en mistik insanlarıdırlar. Farkında olmadan tasavvufa meyletmiş gibidirler. Mürşitler “dünya bir misafirhanedir” derler, kiracılar “ev benim değil, ama bedel ödeyip kalıyorum” diye söylerler. Aydan aya yaşadığın her saatin bedelini ödemek, yattığın yatağın, yemek yediğin odanın ücretini vermek tam da gurbeti derinden hissedenlere özgü bir yaşam biçimidir. Bırakıp gideceksek bir gün, mülkiyeti bize ait olan evin de kiracısı olmadığımızı kim iddia edebilir? Bu dünyada ev sahiplerinin de kiracı olduğunu en iyi kira vakti geldiğinde kiracılar ifade ederler. Acemi kiracılar ilk zamanları ev sahiplerini ölümsüz sandıkları için büyük bir kompleks yaşarlardı. Nice sonra bunun böyle olmadığını anladılar. Gerçi Yunus asırlar öncesi söylemişti bunu: “Mal sahibi (ev sahibi) mülk sahibi (dükkân, ofis, arsa, atölye, rezidans sahibi) hani bunun ilk sahibi?” diye. Bir de güzel bir şiir kitabı olmalıydı Metin Altıok’a ait “Bir Acıya Kiracı” diye, ama ona şimdilik girmeyelim.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(1)Yaşar Akgül - Güzeldi..teşekkürler kardeşim..Selamlar olsun..
Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.