Günümüzün en belirgin özelliği galiba “şizofreni”nin sınırları etrafında dönen bir hayat biçiminin artık tamamen yerleşmiş olmasıdır. Haliyle bir anda ‘coşkun’ bir ruh halinden aynı hızla ‘çöküntü’ye geçebilir yani bu iki hal hızlı dalgalanmalarla şaşırtıcı bir şekilde kendini gösterir. Öyle ki aşırı kaygılı bir ruh hali ortaya çıkar. Bu ortaya çıkan hal, kişinin hem kendisi hem de dış dünya için büyük kaygılar duymasına neden olur. İşte bu kaygılı-korkulu hal, bugün dünya üzerinde yaşayan insanların tam anlamıyla içinde bulundukları haldir. Özellikle günümüz dünyasının tekinsiz hali bunun diğer bir ispatıdır. Görünürde adı konmamış savaşlar, göçler, tacizler, borsalar, istatistikler, hak ihlalleri, özgürlükler, etnisiteler, faizler, bankalar, mülteciler, kamplar, ekonomik krizler, enerji politikaları, politik söylemler vb. hepsi bu halin taşıyıcı ayaklarıdır. Bu sistemin devam etmesi için bu halin sürekli bir döngüye tabi tutularak devam etmesi gerekir. İşte bu noktada bütün olup biteni ifade edecek kelime “çılgınlık”tır. Adeta dünyayı “çılgın”lar yönetiyor ve bu kadar çılgınlık, yönetilenler tarafından da normal olarak görülüyor.
Bugün dünyanın en büyük putu “para” ve onun beslediği olguyu “çılgınlık” olarak tanımlayabiliriz. Bu çılgınlığın ana besleyicisi olarak ‘tüketim’i işaret edebiliriz. “Hız” ise çılgınlığın bir diğer destekleyici unsurudur. Ne kadar hızlı olursa derinlikten ve düşünceden yoksun olarak çarkın dönmesine en büyük katkıyı sağlar. İşte bu yüzden kitle iletişim araçlarının bu kirlilikte önemli bir işlevi yerine getirdiğini söylemekte fayda var. Bu hız ile birlikte kitle iletişim ağı bize kopuk kopuk bilgiler verir ve bu bilgilerin hiçbir zaman bütünü gösterme özelliği yoktur. Onun için birçok uzmanlık alanı ihdas edilmiştir. İşte bu uzmanlıklar vasıtası ile bilgi anlamlı bir bütün oluşturmaktan uzaktır. Uzmanlar parçalı bu bilgi yığını ile zihinsel bir ilerlemeden ziyade insanı hormonlu bir yorum cehennemine atıverir. Nitekim bu yorum, kamuoyunu belirli bir düzeyde manipüle edecek, algıları istatistikî veriler ile belirli bir düzeyde tutacak bir işleve sahiptir. Bir de inanılmaz kârların yapıldığı, zengin listelerinin oluşturulduğu bir yerde; yokluk, işsizlik, açlık ve çaresizlik sadece birer veridir. Bu bakımdan nitelikli bir zihin bu süreçlerin dışına çıkmak ve anormal ilan edilmekle yüz yüze kalır.
Nihayetinde baktığımız zaman hepimiz gerçekle temasını yitirmiş, “anlaşılmaz korkuların” yaygın olduğu bir ekonomik ve sosyal düzende yaşıyoruz. Bu düzenin işlemesinde “güç” önemli bir silah olarak yerini alıyor. Ve bu dünyayı güçlülerin dünyası haline getiriyor. İşte bu güce hizmet eden; bankacılar, sendikacılar, iş dünyasının liderleri, bilgisayar uzmanları, generaller, ismi büyük bilim adamları, petrol ve gaz zenginleri, enerji baronları, silah tüccarları, medya yöneticileri, gazeteciler, yazarlar, sporcular, din adamları ve dünyanın bu halinin pazarlamacıları, reklamcıları, müteahhitleri vb. Bütün değerleri piyasanın belirdiği bir yerde istisnai olarak “kriz”ler ve “doğal afet”ler ara ara ‘şok’layıcı rolü ile devreye girer. Böylesi bir düzende bayağılıklar, gevezelikler önemli perdeleyicilerdir.
Böylesi zamanların en önemli ilacı harekettir. Hareket eden, çarkın dışına çıkan, aklını ve gönlünü temiz tutmaya çalışanlar diğer insanlar için de umut kaynağıdır. Çünkü hareket eden, döngüyü kıran her adım ister eylemsel ister zihinsel olsun ancak özgün kalanların adımlarıdır. Bu bakımdan güncelin zehirleyici, aldatıcı haline kanmamak için eleştirel aklı ve dolayısı ile de vicdanı harekete geçirmek gerekiyor. Soru sorabilen ve sorusunun peşinden giden her kişi döngüyü kırmaya adaydır ve bu kaos düzeni ile baş edebilecek mental ve fiziki güce sahiptir. Siz iyisi mi size “düşünün” diyenler ile birlikte “düşünün!” Hoşça bakın zatınıza…
TAŞ GEMİ
“Kalmışım ara yerde, tozdayım, dumandayım
Kirli bir mekândayım, iğrenç bir zamandayım.”
(Abdurrahim Karakoç)
Not: Bu aralar karşıma hep eski zamanların ezgileri çıkıyor. Saflığını yitirmemiş dünyamızın güzel sözleri ve hatıraları ile birlikte. Belki de bu karşılaşmalar ne çok şeyin değiştiğini bir kez daha göstermek içindir. Bu hafta da Hasan Sağındık listesi var. Ne çok söyleyip, dinlemişiz. Her bir parça ayrı bir iklime taşıdı durdu. Bu hafta da bu listede en çok dönüp durduğum eseri “Geç Anladım”ı sizlerle paylaşıyorum.
Bize Kadar:
1- Bugünkü ortama çok güzel bir tespit ve teklif var Seyyid Ahmet Arvâsî’ den, “İslam’ı kurtarmayı bırakın, İslam’la kurtulmaya bakın.”
2- Ömer Lütfi Mete (rahmet olsun) çok güzel kadim bir iletişim biçimini hatırlatıyor ve “İlle de burun buruna mı görüşmek lazım? Yürek yüreğe görüşsek yetmiyor mu?” diye soruyor. Yetmiyor mu?
3- Einstein, “Evrende en büyük ziyan, sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyin” olduğunu söyler.
4- A. Schopenhauer, “Herkes kendi görüşünün sınırlarını dünyanın sınırları olarak kabul eder” der.
5- Huron Kabilesi’nden bir inci deyiş: “Doğanın sesine kulak ver, senin için hazineler saklar.”
6- Bu hafta okumak istersen eğer Zagmunt Bauman ve Carlo Bordoni’nin İthaki’den çıkan “Kriz Hali Ve Devlet” kitabını okuyabilirsin.
Dağarcık
“Ve sen uyanık durursun, nöbetçilerden birisin, yanı başındaki çalı çırpı yığınından aldığın yanan bir odun parçasını sallayarak sana en yakın kişiyi bulursun. Neden uyanıksın? Birinin uyumaması gerekiyor işte. Birinin nöbette beklemesi gerekiyor.” (Kafka’dan tadımlık)
TEKKE
“Ekseriyetimiz dönen dolapları biliyor. Aynı ekseriyet Allah korkusu yerine o dolaplar dönmezse hayatının zorlaşacağı korkusuyla yaşıyor.” (İsmet Özel’den tadımlık)
Bir Lahza
“Bir ıstakozla bir yengecin hayatı aynı değerdedir. Istakozun daha pahalı bir şey olduğunu söyleyen kapitalizmdir, doğa değil.” (Le Nom des Gens’den, 2010)
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(3)Uzun Hoca - Benimde aklıma Hasan Sağındık "Ben Hep seni düşünürüm"ü getirdiniz. Onu dinleyeyim bari
Misafir - Coşku/keder..tıp dilinde tıbbi bir rahatsızlık..
Tasavvufi olarak havf/reca..yeis/ümit..ümidimiz oranında coşku..yeisimiz oranında keder duyarız..kaygı..
Tafsilatlı bir konu havf/reca boyutu oranında tıbbi bir sorun olabilir.. Enel hak" tartışması gibi..
Dünya da zerre de olsa bir kelebek etkisi oluşturur..
....
Bir dönem tv de haber programında Turkiye bahsettiğiniz ruh hali mi var denilmişti...şimdi gelinen noktada aktardığınız yazı üzeri dünyada bu haleti ruhiy var..
Türkiye kelebek etkisi mi oluşturdu?
Misafir - Adı gecen rahatsızlık.. Bipolar..coşku/keder...
Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.