Asya’nın uçsuz bucaksız steplerinde asırlar boyu Çinlilere kan kusturan atalarımız, Çin insanı asırlık Türk korkusundan para biriktirip sonra da biriktirdikleri paraya kıyıp 8851,8 kilometrelik Çin Seddi’ni inşa ettirince; kan kusturacak ve inşaat işlerine teşvik edecek başka bir unsur bulamayıp ‘gayrı buralarda bize ekmek yok’ diyerek terk-i diyar eyleyip, talihlerine küsüp ve dahi yarı evcil bir kurdun ardına düşüp batı cihetine doğru yola koyulmuşlardır. Akıllarına gelmediğinden yahut alışveriş kültürleri yeterince gelişmediğinden başlarındaki yöneticiler, üstünde yaşayageldikleri toprakları satıp savmayı akıl edememiş olmalı ki konup göçerken altlarında vesait olarak kullandıkları asil ve dahi marka atlarından gayrı bir şeyleri yoktur. Cesur ve savaşkan yaratılışta insanlar olan atalarımız Orta Asya steplerini terk edince kan kusmaktan gına getirmiş Çinliler rahat bir nefes almış ve aldıkları nefesi diyaframda ilaç olsun için bir gram bile bırakmadan Himalayalar’a doğru savurmuşlardır. O kadar ki kalabalık olduğu bilinen Çin nüfusunun hep birden nefesini bırakması sonucu diyar-ı çin’i çevreleyen bilumum dağlardaki karlar, buzullar erimiş, nehirler dolup taşmış, sel baskınlarından bir müddet mustarip olsalar da zaman sonra toprağa bel bereket geldiğinden Lao Tzu’yu, Konfüçyüs’ü anıp kendi dilleri, kendi dinlerince dua etmişlerdir. Zaman sonra İslam diniyle tanışıp hidayeti göğsünde karşılayan bir grup Çinlinin önde gelen hocalarının ise; “Çin-i Mübin-i İslam’ın son kalesi yurdumuzu âfât-ı semâviyye, âfâtı arâziyye, deprem, yangın, sel felaketinden, her türlü beladan, tân-ı vebadan muhafaza eyle yarabbi” şeklinde dualar etmiş, bu suretle hem memleketlerini koruma altına almış, hem de davet sonrası gömlek ceplerine sıkıştırılmaya çalışılan zarflardan nemalanmışlardır.
Çinlilerin yalnızlaştırma ve dalaşmamak suretiyle kimsesizlik içinde kıvrandırma politikasına pabuç bırakmayan atalarımız, batı cenahına doğru dağ bayır demeden yol almışlardır. Yol dedikse kırılmış taşların fırınlanmış eriyiğinin ziftlenmiş ve silindirlenmiş halinden müteşekkil soğuk – sıcak asfalt akla gelse de bizimkiler at sırtında dikene çalıya dolanarak ve dahi dikenlik diplerinde yuvalanarak yumurtadan yeni çıkmış biricik yavrusunu büyüten yılanları yıldırarak; baykuş uğultularını havanın gittikçe düşen ısısına katık eyleyip ta içlerinden tüylerine doğru sızılamakta olan ürpertilerle karşılayarak; yaş otların at nalından kalma yassılığının yavaş yavaş doğrulup bakışlarını hiç umursamayarak, bütün bunların ayırdına varmaksızın gözlerini kamaştıran güneşi gözden kaçırmayarak bilmedikleri, belki merak ettikleri bir yöne doğru gitmekteydiler. Bu gidişin bir dönüşü olur muydu? Öldürülmüş hayvanın kafaya uygun biçim verilmiş derisinden bir başlık taşıyan liderleri, alnında domurlanmakta olan ifrazatı elinin tersiyle silerek, arkalarında bıraktıkları, uzaklaştıkça ucu bucağı görünmeyen ve bir türlü kadraja sığmayan Çin Seddine bakarak dişlerinin arasından yarı kinli, belli belirsiz mırıldandı: “Şimdi gidiyorum ama dönüşüm muhteşem olacak!” Bu ucuz, hamasi tehdidin asırlar sonra kendi soyundan gelenlerce bu kadar dikkate alınacağını elbette düşünemezdi. Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eserine başlarken aynı tezi ileri sürebileceği hiç aklından geçmezdi. Öylesine bir hayıflanmadan ibaretti onunkisi…
Asırlar geçti ve bu topraklarda yaşamış, isimleri unutulmuş, nesilleri kesilmiş, bize de bir Fatiha yok mu diyen ataların torunları, kimden, neyden ve nasıl korktukları anlaşılmaksızın Çin Seddini aratmayacak şeyler inşa etmeye başladı. Ucu bucağı görünmeyen, kilometre hesaplarını aşan ve düzensiz olarak dikilen beton setler, hem barınmada, hem çalışmada kullanılabilirdi ama asla savunma ihtiyacını karşılayamazdı. Ol sebepten tüm yerleşim yerlerini betonla doldururken, mutfağından banyosuna, yenilip içilenden yatılana kullandığı her unsur tarafından hem kullanım hem de üreticisi itibariyle işgal edilmiş insanları savunabilmek için saldırmak en iyisi gibi görünüyordu. Nasılsa muhkem kalelerle muhasara edilmemiş bir Çin, bir abalı topluluk bulunurdu.
Kendilerinden önce aynı topraklarda yaşamış olan kavimler, toprağın betonlaştırılmak suretiyle değer kazanmasını, suyun bir ticaret aracı olarak alınıp satılmasını; bitki, hayvan türlerinin ve hatta tohumun dahi yok edilmesini düşünememiş olmalı ki şimdikiler adeta akıl küpü gibiydi. Gelecek nesiller bir yana halihazırda yaşadığını zannedenlerin dahi yaşamsal ihtiyaç bağlamında bunaldığı varsayılırsa bunlar, değil şimdinin ve geleceğin insanını düşünmek, atalarını dahi aptal yerine koymuş oluyorlardı. Ancak hiç kimse değil dönüştüğünün farkına varmak, otoritelerce belirlenen ihtiyaçların etrafında dolaşmaktan, gasp edilip satılan hiçbir şeyi sorgulayamıyordu.
Gregor Samsa’ya hiç değinmeden Kafka’nın eserini tanımlarken kullandığı birkaç ifade dikkat çekici görünüyor: ”Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay…”
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.