25 Kasım günü “Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” idi. Ne zaman ‘kadın ’denilse hemen aklıma İsmet Özel’in ‘Kadını bir dilime katık ettiler/Markuuuut!/Torbanı sarkıt” dizeleri gelir. Şiddetin hangi boyutunu sayalım. BM verilerine göre hayatında sadece bir kere şiddete maruz kalmış kadınların oranı %35 imiş. O kadar can yakıcı haberler var ki kadınlara uygulanan şiddet konusunda dünyanın hayhuyu içerisinde kaynayıp gidiyor. Ancak haber olduğu zaman böyle bir şeyin var olduğunu anlayabiliyoruz. Ya hiç ajanslara geçmemiş şiddet vakaları? Onları hangi tarafa yerleştireceğiz? Şair tam da bunun için söylüyor sanki: ‘Kadını bir gürültüye sapladılar’ Sessizlik bir görme biçimidir. Bir noktaya teksif olmuş şekline ‘dikkat’ denir. Siyasetten ticarete kadar gündelik hayatın karmaşası altında kadının feryadını duyanlara aşk olsun! Çağdaş dünyada şiddet bağırmadan geliyor kadınların üzerine. Ya otorite adıyla, ya geleneklerin icbarıyla ya da sömürü kalıplarını onların üstünde deneyerek. Aslında şiddeti kadın ve erkek olarak ayırmak bile çok isabetli bir yaklaşım değil. Ana mesele insanın insan üzerindeki iktidarı, zulmü ve hâkimiyet kurma arzusudur. Şiddetin kadına yönelmesi erkek egemen bakışla kadının buna müstahak, yatkın ya da muhtaç olduğu şeklindeki marazi yaklaşım biçimidir. Hele bir de buna dinî gerekçe bulma gayreti yok mu, insanı çileden çıkarıyor. Kendi heva ve hevesini dinleştiren kişiler işlemeyi kafaya koydukları her türlü fenalığa fetva bulmak da hiç zorlanmıyorlar. Şiddet kabarmış bir hiddetin ayaklanmış şeklidir. İnsan ve tabiat sevgisini hafife alanların sadece hiddetleri ve şehvetleri vardır. Sükûnet ve muhabbeti çoktan kaybetmişlerdir. Kadına kalkan el hilkate ve fıtrata kalkan eldir.
GÖZÜNÜN ÜZERİNDE NEDEN KAŞIN VAR CİNAYETİ!
Ölüm ve ölümler üzerine ne kadar konuşursak konuşalım bir saman çöpünü bile oynatmaktan aciziz. Herkesin tadacağı bir sondur ölüm. Bahanesi ve hikâyesi olacaktır elbette. Fakat ölümlerin çokluğu kadar izah edilemezliği ve de ucuzluğu başlı başına bir felaket sayılabilir. Allah aşkına şu habere bakın: “Sevap işleyeyim derken katil oldu. Konya ’nın Sarayönü ilçesinde camide saf tutuma yüzünden başlayan tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonrası bir kişi hayatını kaybetti.” (25-04-2009) Ya şu habere ne demeli: “ Başakşehir ’de yabancı uyruklu 9 kişinin kaldığı evde tuvalet sırası nedeniyle çıktığı belirtilen kavgada 1 kişi öldü ” Sudan sebep bile denilemeyecek türden bir cinayet bu. Aynı evde yaşayan kişileri bir tuvalet sırası yüzünden birbirini öldürmeye kadar götüren şey nedir acaba? Bundan 12 yıl evvel (22 Ekim 2005) İstanbul ’da Kapalıçarşı’da tuvalet kuyruğunda meydana gelen kavgada üç kişi ölmüş, bu olayın mahkemesi görülürken de iki tarafın yakınları birbirine girip silahları ateşlemişlerdi. İnanılır gibi değil. Diğer yandan ülke sathında neredeyse her ile birer tane düşecek oranda “yan baktın cinayeti” var. İnsanlar sanki ellerini kana bulamaya sebep bulamıyor da böylesine entipüften sebeplere tevessül ediyorlar. Daha birkaç gün evvel gazetelerde yer alan şu haber nasıl bir ruhsal bunalım ve akıl tutulması yaşadığımızın resmidir: “Osmaniye’de yeni doğan bebeğe isim koyma tartışmasında silahlar konuştu”. Bebeğin annesi ve babası arasındaki isim tartışması her iki tarafın ailelerine ve oradan da sülalelerine sıçrarken, kavgada bebeğin askerden izne gelen dayısı av tüfeği ile vurularak öldürülüyor. Fındıkkabuğunu doldurmayacak sebeplerle insanlar birbirini öldürmeye başlamışsa, üstelik hısım akraba dinlemeden, toplum için tehlike çanları çalıyor demektir. Bir toplumda insanların ölme sebepleri en az öldürülmüş olmaları kadar ciddi bir olaydır.
YAZARSAM GEÇER Mi?
Cennet İmata. O bir şair. Şiirini isminin önüne geçirmiş biri. Tabi isminde de bir şiir tınısı yok değil. İlginç bir isim koymuş kitabına (İyi ki kitaplara isim konulurken kavgalar olmuyor): Yazarsam Geçer mi? Bu soru okuyucudan cevap bekleyen bir soru değil. Çünkü soru değil. Daha şiirin kapısından içeri girer girmez bu soru tonunda cümleler art arda geliyor: ‘ Var mı ilerisi’, ‘Kimsin sen’…. Şiir soru sormaz, soruyu zihni uyandırmak için kullanır, ama işaret levhası koymadan. Cennet İmata olağan şiirler yazıyor; şaşırtmaca yok. Şiir başlıkları oldukça düz. Düzyazıya kaymadan düz bir söyleyiş geliştirebilmek-üstelik daha ilk kitapta- hüner değilse nedir? ‘Günün Etekleri’ni saymazsak kitabın hemen hepsi gökyüzüne salıncak kuran bir zihnin şiirleri. ‘Günün Etekleri’ şiiri nesir formunda konuşuyor. Şair şiirini kısa süreliğine öyküye göndermiş de sanki nerdeyse birazdan gelecekmiş gibi.
Cennet İmata şiirlerini bir soruyla bitiriyor. Bu bir soru şiirin dertlerine derman olur mu bilmem. “Ölü bir kuş kadar sessiz/ Yer ve gök arasında/ Beden ve ruh arasında/ Kendimle ben arasında/İkimiz arasında” …..Ey içerden yürüyen!/ Ey sırtını dönmüş iri ayaklarıyla sırtıma basan/ Kimsin?
Müşteki misin ey okur dünyanın bitmez dertlerinden? Okursan geçer!
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.